30 Aralık 2008 Salı

Yıl-sonu/başı

Ve bir yılın daha sonu geldi demek...Vay anasını sayın seyirciler. Zaman biraz yavaşlasın isteyeceksin ilerde derlerdi de inanırdım, inanmakta da haklıyım. Ne çabuk geçti bir sene daha.
Neyse canım şimdi zaman falan boşverin aksın.
Hadi biz yeni yılı kutlayalım. Daha doğrusu siz kutlayın. ben yılsonu'nu kutlamayı tercih edeceğim bu sene. Minnetar olduğum, güzel bir 2008'e hoşçakal partisi vericem ben katılacağım eğlencede kendi kendime. Ne getireceğini bilmediğim bir şeyi kutlamaktan vazgeçtim bu sene. farklı takılalım canım biraz; yaşasın marjinal gençlik...
Bazılarımız için güzel, bazılarımız için hiç bir anlam ifade etmeyen, bazılarımız içinse önündeki yıllara etkileri yüksek olacak bir sene geçti, gitti. Derim ki bir dönün bakın bakalım, ne oldu 2008'de sizin hayatınızda? Bir 2008 almanak'ı çıkartın en kişisel olanından. İyisiyle kötüsüyle. Tartın sonra. Ona göre karar verin yılbaşı mı? yılsonu mu?
Hadi canlar, hepinizin geçmiş senesi mübarek olsun, yeni gelen 2009'u hayırlı olsun inşallah.
Seneleri güzel kılmak sizin elinizde hem... Yeni yıla bunalımla girmeyin taam mı? Eğleni verin hep biriniz. Aileyle olsun, arkadaşlarla olsun, tek tabanca takılmaca olsun, bir yolunu bulun eğlencenin... 2009 gelir ama belki 1 gündür, belki 365...
Bak beni de garip hallere soktunuz. Hadi kopmaya 31 aralık-1 ocak arasında.
Birde planınız yoksa, yanaşın birilerine, özellikle ev partileri güzeldir... Olmuyorsa çıkın, içiyorsanız, alın bir kaç bira-vodka-rakı (artık ne isterseniz) yanına yapın mezenizi yiyin eğlenin...

Hadi canlar hepinizi öper, 2009'unuzun en kötü 2008'iniz gibi geçmesini dilerim içten bir yerden.

"jingle bells, jinglle bells..."

Ha bak aklıma geldi, frank sinatra-dean martin iyi gider yılbaşı gecelerinde. Karlı havalarda.

14 Aralık 2008 Pazar

Bir kahveye ne dersin?

Kahve tadında öpücükler vardı dudaklarda o akşam üzeri saatlerinin serinliğinde. Kahveler az şekerli yapılmış, dudaklar ise gereğinden fazla tatlı geliyordu dillere. Serinliğin hafifliği ile sıcak tenlerin dokunuşu kokuyordu o küçük ama tatlı kafe. kahvelerin kokusuyla karışmış, hafif alkol tattırmış duvarlarından yansıyordu sevgililerin aşkları kafeyi aydınlatmak için.
kahvenin yanında gelen küçük tatlılar ağızlarda parçalanırken, ağız dolusu sohbetler de sessizlikle geçiyordu arada. sadece bir çiftin gözünün görebildiği şeyler ile taşınıyordu tüm duyular kahvenin kokusuna sarılmış bir halde.
kahvenin sonu geldiğinde öpücüklerinde mola alması gerekiyordu kısa bir süreliğine. Kafeden ayrılma vaktinde yayılan kokunun artık ne olduğunun önemi de kalmamıştı, anlamıda.
sadece dudaklarda kalan kahve ve öpücük vardı...
öptü, içti, tattı, bırakamadı.

8 Aralık 2008 Pazartesi

Kurbanlıklar ya babalarsa?

bugün bayram, erken kalkın çocuklar
giyinin en güzel giysinizi
elinizde taze kır çiçekleri
üzmeyelim bugün annemizi...

ve bir bayrama daha hoşbulduk. Bayram demek, ilk bir iki gün yorgunluk ve para demek. Para kısmı yetişkinler için gider, gençler için gelir demek tabi. 
Mezarlar ziyaret edilir bayramlarda, aile büyüklerinin eli belki öpülemez ama bir-iki sohbet edilir. Özlemle anılırlar.
bayramlarda trafik ise değişiktir. Ramazan bayramında ilk iki gün felç olur yollar, kurban bayramında ise ikinci ve üçüncü gün felç olup ilk gün açıktır. Herkes kurban keser, kan akıtır falan.

Kurban bayramında gerçek kurbanlar kimlerdir, bir de bu var bence. Bana kalırsa babalardır. Kurban alır, para harcar, giysi alır (bayramlık) para harcar, akşam yemeğe çıkarır, para harcar, eli öpülür, para harcar. yazık be valla...

neyse canlar. Herkesin bayramı kutlu olsun. Bol bol para alasınız el öperekten inşallah. Alamıyorsanızda az harcayınız. ne diyeyim... Ha tabi birde bu bayrama özel olarak kavurma yiyiniz taze taze. Benim için de atın ağzınıza bir kaç lokma...
Büyüklerimin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim... 

dip not: büyükler, pamuk eller cebe abicim, boş yere öpmem ben.

6 Aralık 2008 Cumartesi

Kırık.

Tutunulan hayaller vardır bazen hani, en yoğun günlerinizde, en bunaltıcı anlarınızda elinizde olan hayaller. Olmayacak, gerçekleşmeyecek olsa bile size enerji veren, mutluluk katan hayaller...
Yıkıldılar desem onlar?
Bak şimdi etrafına, hayallerin yıkıldı gördün mü?
Aynı mı herşey? evet dimi. aynı... Sadece bir enerji eksik, bir renk kayıp. o da geri gelir nasılsa değil mi?
hayal kırıklıklarından ölünseydi insan ömrü bir kaç yıl sürerdi zaten.
Hayaller güzeldir hem. Gerçekleşmek zorunda değilller ki her zaman. Hiç gerçekleşmiyor olsalar bile en az biri olacak diye bir şey yok. Tuttuğun dilekler de yerine gelmez zaten her vakit. Hayal kur, hayalini izle. Üçüncü kişi ol hayalindeki. İzle kendini. O hayali yaşarkenki mutluluğu gör, o gülümsemedeki enerjikliği, o bakışlardaki sevgiyi hisset. Hayal kur, hayalinin yaşamasını izle. Yıkıldığında altında kalan sen değil izlediğin olsun. Sen "ben seyirciydim" de çekil kenara, gerçekleri yaşa.
Hayalinde yaşat bir çok şeyi. Yaşayamadığın varsa hayalinde yaşasın, herşeyi tatmış ol hayalinde. Hayallerine aşık ol ama karşılık bekleme. Platonik takıl.
Hayal kırıklarından kendine yeni bir hayal yapabilirsin ayrıca. Onlar çok kolay kaynaşırlar birbirlerine. Eskisinden daha bile güzel olur bazen. Her zaman değil ama olur işte arada bir. Hem zaten kırık bir hayalden daha iyi değil midir yenisi?

hayallerimde yaşattım, izledim. Beklenmedik anda gelen bir kaza kurşunu ile parampaça olan hayalin kırıkları saplandı bedenine, canı yandı, yüzü değişti, ruhu titredi, üşüme geldi.

5 Aralık 2008 Cuma

Ve Tanrı İnsanı Yarattı...

Gel gelelim insanlığın yaratılışına. Biraz sohbet edelim diyorum şimdi, oturalım karşılıklı laflayım...
İnsanlığın yaratılışı hakkında neler biliyorsun? nelere inanıyorsun? Şimdi benim sana anlatacaklarımı bir dinle derim.
Kuran'da ne der insanın yaratılışı için? Allah'ın kendi canından bir parça ile yarattığı söylenir. Şimdi bu hata idi. Tanrının yaptığı bir hata gibi. İlk önce adem'i yarattı bu şekilde, baktı ki adem'e sahip olması gerekenden çok fazla gücü eğitmeden vermişti. Eğitimsiz birine güç bahşetmek en büyük hatalardan biridir ve tanrı burda hatasını çok güzel bir düzenle kaldırmıştır ortadan. Havva'yı yarattı. Ne denir havva için? Ademin göbeğinden, karnından yaratıldığı söylenir. Peki neden bunu hiç düşündün mü? Çünkü Adem'e verdiği gücü ikiye bölmesi gerekiyordu ki tek bir insanda tanrının gücü bulunmasın. Ancak, tanrı tekrar bu iki parçayı da bir araya getirebilmeliydi zamanı geldiğinde. Bunun içindir ki cinsiyet denen şeyi çıkarttı ortaya. İki ayrı beden, ruh, ama birbirine %100 uyumlu. İki insanın birleşmesi, tanrıya ulaşma yolundaki bir çaba gibi olmuştu böylece ama tanrının buna da çözümü vardı. Üremeyi yarattı bunun üzerine. Böylece her birleşmede tanrılaşmak yerine yeni bir bölünmüş parça çıkacaktı ortaya ve insanlık aslında tanrıdan daha da uzaklaşarak çoğalacktı bin yıllar boyunca. 
Şimdi diyoruz ki mesela "ruh eşim". Bu doğru bir kavramdır aslında. Bir insan ruh eşini bulduğu takdirde tanrıya en yakın anda olur. Ayrıca ruh eşi ile birleşmesi de aynı şekilde tanrıya yaklaşma konusunda bir adım olacaktır ancak başarısız bir adım. Tanrı önlemini almış ne de olsa. Ayrıca cinselliğin dinlerde bu kadar baskı altında kalmasının bir nedeni de bu olmalıdır. Çünkü her sevişmede insanlar sınırlı da olsa tanrıya yanaşma çabasındalardı, bunu adem de havva da cennetten atıldıklarında biliyorlardı ve çocuklarına böyle öğrettiler. Çünkü tanrının onlara bir daha kızmasını istemiyorlardı ama insan olduklarından daha kolay hataya düşmüşler, yanlış bir öğretime girmişlerdi. Tıpkı acemi bir anne babanın çocuklari için seçimler yapması gibi...
Herşeyin sonu geldiğinde ise artık parçalanacak bir ruh parçacığı kalmamış olacaktı. Milyarlarca insana bölünmüş tek bir ruh aslında insanlık dediğimiz olay. Tanrı milyarlarca ruh yaratmadı çünkü, sadece ademi yarattı geri kalan ondan çoğaldı. Bölünme ile... Şimdi mahşerde toplanacağımız söylenir değil mi? Peki orada ne olacak? Bu teoriye göre ben sana söyleyeyim şimdi ne olacağını. tüm insanların bedenine can veren minnacık kalmış olan parçacıkları tekrar bir araya getirecek tanrı mahşerde. Tek bir ruh olacağız gene, adem olacağız cennette girerken. Dersini almış, eğitimini görmüş, elindeki gücün nelere kadir olduğunu anlamış, neleri hatalı yaparsa boyutlarda nasıl dalgalanmalar yaratacağını görmüş bir ruh olacak insanlık. Ve tanrının yanında en güçlü olarak kalacaktır. Yeni bir düzen yaratılır belki sonrasında, kim bilir...

1 Aralık 2008 Pazartesi

Onlar ki üflediler bulutlara anlamadan onları.

Elinden kayan giden, lodos ile savrulan buluttan hayalleri olan insanların çevresinde, poyraza dönen rüzgar ile kar yağışına kapılan bir benliğe sahip adamlar, kadınlar...
Gözünün önünde çakan minik ışıklar, tatlı renkler, küçük patlamalar olan insan evladı.
Bu bir adam ile kadının hikayesi değil, bu bir hayatın öyküsü de değil...
Bu cennet-cehhennem sonuçlu bir sınav hiç değil.
Geceleyin gökyüzünde oluşan yıldızlara anlam katma çabası,
aşka kulp takma isteği,
karşındaki insan ile tamamlanma sevdası...

Elindeki bulutları hissedemediği için uçurup kaçıranların dünyası burası. Gözünün önündeki renkleri, parlamaları gözünü alıyor diye görmeyenlerin evi. Sevgi görmek için seven, iyilik bulmak için iyilik deneyenlerin yuvası.

Karşılıksız olanlar lütfen soldan devam etsin. Ellerindeki bulutları değil ama sırtlarındaki yükleri girişteki görevliye bırakabilirler. Onlardır ki yaşamın kokusunu asla unutmayanlar olacaklardır. Onlardır ki hayatın tadında oluşan ekşimeleri de hayatın güzelliği olarak alacaklardır. Onlardır ki bizim gibi yaşayacaklardır...

Gökyüzünde bir çift yıldız, havada uçuşan bulut, yemyeşil ovada bir ağaç...
El ele, kol kola,
Göz göze, diz dize,
Yanak yanağa, dudak dudağa bir çift...

30 Kasım 2008 Pazar

Aşk yapmaca...

yatağından kalktığında kurduğu hayalleri olan bir adam, yaşamakta olan adamdır. Yaşarken ölenler grubundan gelen davete "ignore" diyebilmiştir kendisi. Suratındaki gülümseme için "salak bir gülümseme" deselerde aslında duyguların kıskançlığından gelen bir salaklığın ifadesindeki yüzü, mimikler içinde mutluluk yaymaktadır. Yastığına sarılır, yorganına sarılır, hepsini bir anda bırakıp yataktan büyük bir enerji patlaması ile fırlar...
İnsanoğlunun enerjik olması için küçük şeyler yetebilmektedir zaten. Gerçi küçük şeyler aslında büyüktür. Küçük detaylardır önemli olan, küçük sözlerdir akıllarda kalan, küçük dokunuşlardır asla unutulamayan... Küçük bir öpücük, küçük bir sevgi, küçük bir bakış, küçük bir iltifat, küçük bir bebek hatta.
Sevgilileri kıskananlar ve sevgili olup kıskandıranlar... İnsanlar ikiye ayrılır işte. Ama sevgili olup kıskandırırken aynı anda kıskanan bir grup da var tabi. Her gün görüşemeyen sevgililer. gerçi hergün görüşüp kaybolan sevgilerde var...

"küçük bir arabada saçların rüzgarla uçuşurken gördüm ben seni"
"bir otobüsün camından yansımanı seyrettim tüm yol boyunca"
"duygusal duygusal nereye kadar dedim, senin hayalinle duşa girdim"

aman be...
accukun oturalım be yav...

konudan konuya atlama kabiliyeti...

Bayram gelsin bu şehre küçük kanatlarıyla.
Tatil olsun dokuz gün boyunca.
İstanbul "aşk" görsün azıcık...
Aşk yapalım başbaşa...

21 Kasım 2008 Cuma

kısaydı tanımları, aşk demişlerdi her güzelliğe.

hissettikleri vardı gecenin yokluğu içinde, büyük duyguları vardı küçük isimler almış şekilde...
güzel dudakları vardı onun diye düşündü odasının en karanlık köşesinde
tadında mutluluk vardı...
çikolata yemek mutlu eder derler ya hani; öyle bir şeydi işte. salgılanıyordu mutluluk veren hormonları sadece düşünse bile... bir de yanında olsa... ah ah...
sayıklıyordu rüyalarında, bir alışveriş listesi uzunluğunda hayalleri vardı bazen bom boş bir evin ki kadar.
gözlerinde ışıltılı dakikalar görülüyordu, akrebin yelkoovanı kovalamasındaki tutkunun hissiyle dolu bir koku eşliğinde...
Dokunan eller hissetti yanaklarındaki kirli sakalın üzerinde. sevgi yüklü parçacıkları vardı, bol bol artı yüklenmiş, aşk dağıtıyorlardı dokundukları tene... tenin altında ise her hücrede ayrı bir kalp atışı vardı hep bir ağızdan aynı aşkı tadan.
sevgisinde geleceğin izleri vardı belkide, umudun tanımlanamaz garipliği... umudun tanımlanamaz güzelliği... aşkın üç harfe sıkıştırılmış gerçekliği...
dudaklarında ki tadın verdiği yaşam hissi...
kokusundan gelen mutluluk...

15 Kasım 2008 Cumartesi

tanrı var ve yok...

tanrının varlığının ispatı:
"eğer, o zaman, gerçek bir varlığın olduğunu ve yokluğun hiç bir gerçek varlığı üretemeyeceğini biliyorsak, bu ezelden beri bir şeyin olduğunun bariz bir gösterimidir; ezelden beri olmayanın bir başlangıcı olduğuna ve başlangıcı olanında başka bir şey tarafından üretilmiş olması gerektiğine göre, mantığımız bizi bu kesin ve bariz gerçeğin bilgisine götürür: ebedi, her şeye gücü yeten ve herşeyi bilen bir varlık olduğuna"

tanrının yokluğunun ispatı:
"beş duyumuzla algılayamadığımıza göre tanrı bir izlenim değil, bir fikir olmalıdır. tanrı hafızamızın bir parçası olmadığına göre, o zaman imgelemimizden geliyor olmalıdır. ve tanrı bedensel olmadığına göre, o zaman tanrı fikri de bir olguya dayalı olamaz; öyleyse fikirler arası bir ilişkiden kaynaklanıyor olmalıdır. ama tüm fikirler deneyimlerden gelir ve bizi tanrıya inanmaya itecek hiç bir deneyim yoktur."

son olarak:
"tanrı insanı değil, insan tanrıyı yarattı"

"Ne giysem?" kokuyordu odam...

sabah kalkınca edilen klasik küfürler olur, çalışırken, okurken... fark etmez. Güne her zaman kötü bir adım atılabilir. Zaten dünden kalan küçük atıklar vardır ruhun üzerinde. Kirli çamaşırlar misali, biraz temizlenmek gerekir belkide.
sıcak bir duş belki, su sesi rahatlatır hani, işte öyle birşey denir o an... Hayallerin kokusunda, görüntülerin sesinde... Sevdiğinin verdiği bir eşyadan umut bile beklenir hatta.
Bugün ne giysem?
Önemli bir husus aslında "bugün ne giysem". Kişi önce kendisi için, o gün ki, o an ki ruh haline göre giyinir zaten. Eh kalkıp o hoş giysi giyilince bir umut, bir sıcaklık kaplar başlarda. Aranan bir koku vardır belkide, bir his, bir görüntü... Bir giysiden medet ummak. Özlemden sanırım...
Küfür edip giymek ise bambaşkadır. Durumu nötr'ler sanki ya da öyle gibi görünür. Bir yanda bıkkınlık, tükenmişlik; bir yanda kocaman bir duygu yumağı. Kedi olup o yumakla oynayası gelir insanın, ama bir yandan da gerilip karşıdaki her ne ise onu tırmalamaya hazırdır o an.
yok yok, günler güzel. küçük adımlarla, yavaş yavaş, tada tada...
üstümdesin, üstündeyim, üstümde bir ağırlık, altımda bir boşluk, nerdeyim?
Giyindim, umdum, gördüm ve
kokusunun görüntüsünde küçük ışıklar, tadında ise tuzlu tatlılıklar...

Saymayı biliyor

bir adam vardı diye başlasam bir şeyler yazsam diyordum. ama yok olmuyor. Bir kadın vardı desem, vardı zaten... hala var...bir, iki , üç... saymayı öğreniyorum arada. bir de yazmayı bilsem...
küçük küçük düşünce baloncukları oluşuyor bu konuşmanın sağ üst köşesinde. ama konuşma sessiz, hatta sözsüz bile... sadece mimikler var belli belirsiz, bakanlara görünen, bakmayanlara... bana ne bakmayanlardan...
minik elleri, yağmur dan gözleri... bir kadını tarif etme çabası. gerekli? bilmem ben sormadım, cevaplamıyorum da hiçbir şeyi. Ne sordun ki zaten... Tanım mı lazım? çizim mi? Güneşten parlak gözleri vardı belkide, yok lan göz parlamaz ki... bakış parlar. heh bunu düzelt şimdi. tabi dilber dudaklar... çok klişe ama napalım kaderi böyle yazılmış...
okudum diyordum, ama yazıyordum... yazmayı unutmuşum ama sayıyordum. bir ,iki, üç... elim bitti, sayma durdu. cümle bir garip oldu. çizeyim mi ? öyle daha iyi anlatırım belki? Görsel anlamaya biraz da sessel şeyler mi katsam daha çok pekişsin diye. Belkide koşsam atlasam bir yerden, daha çok ses çıkar? Duyar lan biri o zaman. Ama geç mi olur ne?
aslında boşversene gazeteleri, sayfalarını. bir, iki, üç... heh işte burda üçüncü sayfa.. gene vahşice katledilmiş lan ruhum. kanlar iiçinde bir yol kenarında bulunamamış bile. Belki ölüm ilanlarında çıkar ismi zavallının. Ya da bir öğle namazını takriben bir cenaze törneninde kimsesiz olarak kalır.
yağmur yağıyor bu arada bilmem gördün mü? Görmemen mümkün çünkü gözüne gözüne yağıyor. Ha? hadi ya. gözüne değil, gözünden yağıyor... o kadar yani. barajlara bile yaradın lan... haberlere çık hadi.
gördü mü seni? boşversene. ne gerek var ki şimdi. Git ulan işte...
ya bir dakika napıyorum ki ben. ne saçma oldu lan. Yazmayı unutmuşum harbiden. bir, iki, üç... saydım bak. yerimde sayıyorum.
dur bakalım şimdi, kim geçicek yanından tahmin et? nerden bileceksin değilmi. gözlerin kapalı uyurken kim geçiyor, kim geliyor... nerden nereye gidiyor. giren çıkan da belli değil ki zaten bu odaya. bir rahat vermediniz uyusun adam. Zaten bişiler yazmayı denemiş denemiş, atmış.
baksana geri dönümüş kutusu saçma sapan yazılarla doldurulmuş not defteri kalıntıları ile dolu. txt var her yanda. Pdf'e çevircek bunları belki diye düşünmüş. yok lan delirmemiş. uğraşıyor ama. hem saymayı da biliyor çok güzel. bir, iki, üç...
allahın hakkını sayıyor. yediğin lokmaları bile sayıyor adam. hemde seni görmeden yapıyor. nasıl mı? ne bileyim git ona sor işte.
koşma lan bu yağmurda. her yere su sıçratıyorsun. saçma falan deme yağmur ıslatıyor zaten bir de sen ıslatma işte. Gözlerimde yaş yok, yğmurdan onlar. Ben ağlamam bilirsin, sadece yazarım öyle birşeyler. ama onuda unuttuk iyi mi...
bilinç altımı karıştırasım var aslında. kim bilir neler çıkacak ordan. Sence ne çıkar?
Saymayı yeni öğrendiğim günler belki gelir karşıma hayatım bir film şeridi gibi akıp giderken... Olamaz mı? olur neden olmasın.
film şeridi dedim de aklıma geldi. Nabersin?
ne alakasız, ne boş bir insan değil mi şu? bırak uyusun ama. uyurken daha bir çekilir şimdi. Yoksa bir dırdır, bir çene aman allah... geçen sevişiyoruz diye sayıklıyordu rüyasında. Sapık mıdır nedir anlamadım ki.
ama genede seviyorum lan iti. Valla bak, hoş sohbet bir herif. Ayrıca sigarada veriyor arada. Ama bu kesin sızmış bak, bu kadar çene çaldık, hala gelip tutuklamadı bizi.
bu arada adını sormadım senin bu kadar saattir sohbet ediyoruz ama? gerçi ne önemi var değil mi şimdi ismin, cismin. Sohbet güzelse gerisinden bana ne ki. Hem bak şimdi, sana bir yazı yazayım küçük dilini yut tamam mı? ama dur ya yazmayı unuttum. ben sana parmaklarımı saysam? bir, iki, üç...
hadi tamam susalım biraz ve çıkalım şu odadan. Gidelim artık hea doğru düzgün şu yaşantımıza dönelim. daha yapacak çok iş var hem. Dışarda konuşacak onca insan, onca yapılacak iş güç. Bu arada ne iş ile meşgulsün acaba? ben meşgul takılmam pek, direk çevrimiçiyim şu hayatta ama iletime "yoook" yazarım arada. varla yok arası. İşte bütün mesela bu.
varlığımi, yokluğum bir iken, yoook yazıp çevrimiçi olunca sanal aleme gerçeklik katmış olmam mı? oldum bile. ben öyle diyorsam bu iş öyledir yavrucuğum.
bak kuzum, şimdi bunlar boş şeyler gelebilir kulağına, gözüne zaten bom boş bir adam girmiş, çıkmıyor. Ama sen beynini kullan, boşlukları doldur. Sınav gibi düşün. boşlukları doldurmacalı bir sürü soru var. Birazda çoktan seçmeli işte. Hatta boktan bir seçmeli oldu bu. Boktan bir hayattan gelme... Aslında bok da rüyada para demekmiş ama gerçek hayatta kötü birşey bu. Sallama sen.
şimdi geçen aklıma geldi de, sen kötü şeylerden çok korkuyorsun biliyor musun? ne saçma oldu dimi soru. sana, seni biliyormusun dedim. neyse konu o değil. Korktuğun başına geliyor güzelim yapma böyle. Bak, bana öyle bakma yağmurda kalmış yavru it gibi.
hadi neyse ben gittim anacım. sıkıldım yeter. delirttiniz zaten beni.
ha bu arada gideyim de konuşayım biraz... lazım.
Dur, dur... bak kaç oda var bu evde gördün mü? bir, iki, üç + bir...
üç oda bir salon...
kimsesiz ama işte... gelsene lan. burda kalalım? bak mis gibi ev. deniz görüyor birazcık.

Güneşi Tutmak...

çok değişik bir mutluluk göstergesidir. parmaklar arasına alınır güneş ya da avuçların içine orda tutulmaya çalışılır.
"evet evet yakaldım" denir ken bir yandan bir yandan o olayın altında yatan umutlara, yaşananlara, onun yarattığı küçük mutluluklar gibi mutluluklara bakılır gökyüzünde.
bulutlar geçiyordur yandan, elinizdeki güneşinizi saklamak üzere gelen, hayatınızın güneşi ile aranıza girmeye çalışan. siz gene de bırakmazsınız güneşi, çünkü bilirsiniz asla hiç bir bulut güneşi tam olarak saklayamayacaktır. güneşiniz çok güçlüdür, sizi asla yalnız bırakmıyordur.
gece olur güneş hala yanınızdadır. sizinle uyuyordur hatta o da. ay'ı ayna olarak kullanıp sizi izliyor o bir kere. bunu bilerek yatarsınız yatağınıza. kafanızı koyduğunuzda yastığa hissettiğiniz o sıcaklık güneşinizden gelir. o an için kalbinizde yer edinmiştir.
sabah güneşin doğuşunu izlemek...
işte hayatın en güzel olduğu vakittir.
tüm dertlerin o an hafif ve serin bir meltem ile uçup gitmiştir. güneşe sarılacağın, tekrar avuçlarına alacağın, sıcaklığını içine çekeceğin anlar gelmiştir. dağların ardından önce bir ışık vurur ama çok hafiftir, güneş can yakmaz asla o ara, doğduğu an en sakin, en tatlı, en huzur, en güzel, en masum, en sevilesi olduğu andır.
parlaklığı göz acıtmaz o zan, sımsıkı sarılabilirsin, ellerinla kapatabilirsin, sadece senindir o an. sadece senin...
güneşi tutmak, hayatı yakalamaktır. güneşi tutmak, sevgiyi bulmaktır. güneşi tutmak, güçlenmektir.
güneşi tutmak, o'nu tutmaktır...

Huzur!

eve yeni gelmişti, günün yorgunluğunu üzerinden atmaya hazırlanmıştı. Kapıyı açtı, içeri girdi ve burnuna kurabiye kokuları gelmişti. elindeki çantasını antrenin köşesine koyarken ve ayakkabısını çıkarırken sevdiği gelmişti küçük bir öpücük ile onu karşılamaya. ve hemen peşine duyduğu bir kaç sözcük vardı "bu akşam için yeni bir dvd aldım sessizce izleriz diye, ayrıca sana kurabiye yaptım. biraz mutfak dağıldı ama çok güzel oldular"...
bunlar içine çok hoş bir tını ile dağılmıştı. gözlerindeki o sevinç ve tatlı hisler dışarı yansıyordu. tüm iş yorgunluğunu atmak vardı şimdi önünde. Önce bir duş aldı. ılık bir su ile. sonrasında ise mutfakta küçük bir sohbet seansı vardı. işten, günden... soruların, sorunların çözümlerinden ibaret. ve hoş bir akşam yemeği faslı birazda. normal bir gün gibiydi ama farklı tatları vardı. ve gece olurken üçlü koltuğa kuruldular. sevdiğinin, onu herşeyden çok sevenin omzuna kafasını yaslamış, kollarının altına girmişti. Tüm dünyaya karşı korunuyordu artık. hiç bir sorn, hiç bir güç onu rahatsız edemezdi bu halde iken. televizyonda oynayan film öylesine oynuyordu o an. yanındakinin yüzüne baktı, bakışına karşılık aldı, gülümsedi ve o huzur dolu anların rahatlığı ile hayatın içinde kayboldu...

Gel babaya

küçük adımlar atmaya başlamıştı. Tam olarak ayakta duramıyordu. destek alıyordu hep bir yerlerden ama adım atıyordu sonuçta. Minik ayakları vardı. küçücük elleri. Zamanla büyüyecek, büyüdükçe yorulacak ve sık sık kırılacak tertemiz bir kalbi. Minikcik yüreğinde şu an tek aşkı vardı onun. Ve yürümek koşmak gibi tek bir hevesi. Yeni yeni uzayan siyah saçları her adım attığında heyecanla zıplıyordu. terlemişti o küçük alnı. Boncuk boncuk ıslanmıştı güzel yüzü. Mutluydu ve farkında değildi o olanların. Ne ona bakan o iki kocaman insanı görüyordu ne de koltuktaki her zamanki yerine kıvrılıp onu izleyen salak kediyi. Kitlemişti o mavi gözlerini hedefe. ellerini ileri uzatmıştı bilinçsizce sanki o baktığı yeri tutabilecekmiş gibi. Bir adım daha attı heyecanla ve her adım attığında küçük tiz bir mutluluk çığlığı kopardı. hemen arkasında duran eli görmüyordu. Ona değmeyen o şefkatli elleri sadece içinde hissediyordu. ilerisinde duran o adama doğru gidecekti bu minik kız. Altındaki bezin hışırtısı ile attı gene bir adım daha. Sonra anladı ki yapabiliyor peşpeşe adım atmaya başlamıştı babaya doğru. Uzun süre boyunca tek aşkı olacak o adama doğru ilerliyordu. arkasında annesinin elleri ve sevgisi ile yürüyordu. Hayatı işte bu an öğreniyordu bilinç altı. Annenin desteğini hep alacağını biliyordu. Babanın sevgisini uzaktanda olsa hissediyordu küçük kalbi. Mutluydu. Bir adım daha attı, gülerek önüne baktı. "gel babaya hadi"...

Sessiz Hareketsiz

melankolinin dibinde yatan bir beden... sessiz, hareketsiz... öylece düşmüş kalmış orada. hafif yağan bir yağmur doldurmakta çevresini ve ıslatmakta tüm iliklerini. çamur olmuş üstü başı. ama umursamaz tavırlı hareketsiz ve sessizce yatıyor sadece. karga sesi var uzaktan hafifçe gelen. bir ağacın rüzgar eşliğinde hüzünlü bir ağlayışı duyuluyor, kopan yapraklarına takılmış uçup gidiyor. ama beden takmıyor hiçbir şeyi, sadece yatıyor sessiz, hareketsiz. kalkmasını bekleyen var yada yok umursamıyor. çıkmak için çaba harcamıyor, düşünmüyor bile, sadece ve sadece yatıyor boylu boyunca yüz üstü şekilde; hareketsiz ve sessizce. belkide ölümü bekliyor. hayata küsmüş sanki, ama biliyorki hayatta onu umursamıyor tıpkı onunda hayatı umursamadığı gibi. sadece hafif yağmur yağıyor üstüne, öylece yatıyor melankolinin dibinde; sessiz, hareketsiz....

Yıldız

her gece ay çıkarken gökyüzüne, küçük bir yıldız kayar mı diye bakardı hep tam tepeye. Her gece umutla beklerdi bir yıldızın hayallerindeki gibi kaymasını izlemeyi. Amacı dilek tutmak değildi, dilek tutmak sadece onun tadı tuzu olacaktı. Bekliyordu her gece çünkü hayalindekinin gerçekliğini sorguluyordu. Bekliyordu o yıldızın kaymasını çünkü başkalarının anlattıklarını, yaşadıklarını kıskanıyordu çocuk. Daha küçüktü, büyümek istiyordu bir an önce. Kıskandıklarını, istediklerini büyüyünce yaşayabilceğini umarak bekliyordu o yıldızın kaymasını. Dileği bu şekilde olacaktı çocuğun. Elbet kayıcak olan yıldız için beklicek, sabredicek, kış olunca üşüyecek ama aldırmayacaktı. Çünkü hayalinin gerçekliği ona güç veriyordu. Yıldız kayacaktı... Çünkü gerçekten istiyordu. Yıldız kayacaktı ve çocuk onu koynunda saklayacaktı... Hayali olsun olmasın o kayan yıldızla umutlarını yeşertecekti her seferinde. Her seferin bir yıldız kaysın diye beklemeyecekti. Çocuk koynunda kayan yıldızı ile hayata devam edecekti.

Sıcaklık Vurunca

yavaşça ayağa kalkmıştı uzun zamandır cansız duran bedeni. sadece bakmıştı bunca zaman yerde yatarken. Hiç bir uzvu kımıldamamıştı. sadece, sadece kalbi atmıştı o yorgun bedeninde. birde gözleri bakıyordu uzaklarda derinlere... Onlarde net görmüyordu zaten hayatı. bir ıslak perde vardı önlerinde. Ama şimdi, işte şimdi yavaşça doğrulmaya başlaması gerektiğini gördü. Oturur pozisyona geçmişti en azından. Yağmurlu, kapalı günler uzaklaşıyordu... Hissediyordu sırtına vuran güneşin sıcaklığını veya gece ayın aydınlatması ile gelen ruhsal dalgalanmayı. Yıldızlara bakıp sevgi ile doldurabilmeliydi artık kalbini. Çok üşümütü o küçük kalbi, çok yorulmuştu yaralı bedeni. Şimdi ileriye bakıyordu, geleceğine göz dikmişti. Bir hedef koyup gözünü ayırmadan yürümeye başlayacaktı. Sadece zaman zaman gene uzaklara bakıcaktı, derinlere. Ama aradığı şeyin geleceğinde olduğunu anlamaya başlamıştı. Yavaşça gerildi. Tüm kaslarını hareket ettirmek için oynaştı. Kaslarından sanki bir toz bulutu yükselmişti gerilmenin etkisiyle. Artık vakti gelmişti. Küçük bir kuşun ötüşünü duyunca anladı kalkma vaktinin geldiğini. Ve ayağa kalktı yorgun beden.. Yürüyüşe başladı bu uzun yolda tekrardan....

Uyumak

ölümün kolay gelen sıcaklağına sarılmak isteği ile yorgan altına girip, yalnızlığın verdiği garip hisler birinkitisini yastığa sarılıp atmaya çalışırken dışarı bakıp melankolik gecenin yıldızlı gökyüzünde savrulan parçalı bulutları izlemek. Yaptığı tam olarak buydu yatağın sıcaklığında ruhunu uykunun güvenli kollarına bırakırken. Gözlerin görmediği, kulakların duymadığı, tadın gelmediği o muhteşem sınırsız dünyaya gitmek için hazırlanmak. Uykusu olduğu için değil, uykuda yalnız olmadığını bildiği için uyumak. Her istediğini uykusunda, rüyalarında yapabildiği için girmek yorganın altına. Bunları sevdiği, düşündüğü, istediği, belki biraz mecbur hissettiği için yapıyordu aslında. her zaman aklının ardında çalan o isimsiz ve sözsüz şarkılarla rahatlıyordu yer yer. Yer yer ise bulutlardan düşen yağmur damlaları ile ıslanıyordu ruhu. baş ucunda duran en sevdiği, kenarı çatlamış içinde bir kaç damla viski kalmış olan bardağına bakarken dalardı düşüncelere gecelerin sessizliğinde. Kalp atışlarının gürültüsünün olmadığına sevinirdi bazen. "en azından bir gece daha sessizce uyuyabileceğim" derdi hep avunmak için. ruhunun üzerini örterdi her gece bedeni ile. Uyurdu sakince. Uyanmamak üzere...

Kendini yazmaya adayan liseli

aslında arka sıralarda oturup, birazcık asosyal takılıp, şiir, hikaye ve benzeri şeyler yazarak ve de okuyarak günlerini geçiren liselidir bunlar. çoğunlukla da erkektir.

ülkemiz eğitim sisteminin çapıklığı bunlara koymaz genellikle çünkü hayatları çok dar bir gerçeklik ile çok büyük bir hayal dünyası arasında gidip gelmektedir. bu çocukları peki bu hale iten nedir? yazma aşkı mı? yetenek mi? yoksa ülkem liselerindeki kız öğrencilerin üst sınıflara olan ilgisinin yanında popüler olmayandan hayır gelmez felsefesi mi?

tabi ki sorunun cevabı belli ve açık. bu çocuklar tamamen popüler olamadıkları için arka planda kalan, arka planda kaldıkça iyice geriye çekilip "bu insanımsılardan hayır gelmez" diyerek popüler kültürün kurbanı olmuş ergenlerden ayrılıp, kendi düşünceleri ve hayal gücü ile birlikte kendisine yarattığı dünyasında yaşar. ileride dünya düzenine karşı durabilmeyide öğrenecektir ancak bu dönemlerinde kendi kabuğuna saklanır genellikle. işte bu karmaşık yıllarında alır eline kalemi kağıdı.

üstüne üstlük bir de aşık olmuştur ergenliğin verdiği hormonal karmaşa ile. hemde asla ona bakmayacak bir kıza. çocuk alır eline kalemi önce kendisine göre birşeyler karalar. günce tutmaya başlar, şiire kayar yavaştan. aşık olduğu kız için hayalinde ona okuduğu, rüyalarında beraber oldukları şiirler yazar. sitem ve acı yüklüdür çoğunda. bazılarında umut kırıntıları yakalanır kayan yıldızlar misali. çocuk kendini artık farklı bir dünyaya sokmaya başlamıştır iyice.

yavaş yavaş geçen aylar içinde şiirlerinin geliştiğini farkeder ve bu sefer kendine güveni artar. hele de değer verdiği ve görüşlerindeki samimiyete inandığı arkadaşlarından gelecek olan yorumlar ile iyice hayava girer. aşk'ı artık platonikleşmiş bir hali alır tamamen, kız bilse bile. o uzaktan sevmeyi, sevip sevilmemenin verdği acı ile girdiği bir halin ona kattıklarını sevmeye başladığı için uzak durarak aşkını sürdürür. ve çocuk şiirlerden kısa hikayelere, belki romanlara doğru adım atmaya başlar.

yazdıkları gelişir her geçen gün. ve daha çok gelişebildiğinig görmekten aldığı mutluluk ile daha çok kitap okuyarak yazımını geliştirmeye oynar artık yaşantısında. bazı hikayelerini kendine saklar, bazılarını açar etrafa. ortalama bir öğrenci olarak da sürüdürür hayatını bu arada. eve gidip ders çalışmaz, ama okulda dersini dinler bir hale geçer. uslu bir görüntü çizer hafiften. içe kapanıklığını ancak kağıtlarda açar.

lisesi biter, yıllık aşkından kopar, şiirlerin sıklığında düşüş yaşar, bazı hikayeleri yarım kalır ellemez, elleyemez bir daha. artık yazmak ihtiyacı değil hobisi haline geçmiştir bu çocuğun. artık duygularını kontrol edebildiği ve bunu öğrendiği için kağıtlara eskisi kadar ihtiyaç duymaz ilerleyen yıllarda. ancak yazdığı zaman ise çok daha güzel yazdığını da fark eder. artık büyümüştür o liseli. ergenliğin hırçınlık dönemlerinde içindeki o ateşi akıttığı kağıtlardan kendine ördüğü yeni dünyasını sağlamlaştırmış, yaşamın, dünyanın sistemine uyarlamıştır.

bu çocuk ülkem lise gençlerinin çoğunda vardır. bazıları yazar olur gider, bazıları müziğe kayar. genellikle sebepler ise aynıdır. aşk, ait olma duygusu ve popülerlik.

Adamın biri...

ne istediğini bilemeyen bir adam, etrafta koşturup duran, oraya buraya sataşıp her yana gün ışığıyla birlikte gülücükler saçan. İnsanları kandırdığını sanan aslında kendiyle oynayan. Bir adam ki bu, kendisiyle yüzleşmekten korkan, bir adam ki bu onu kendisinden daha iyi anlayan insanlardan kaçan. elindeki fırsatları düşüncesizce korkularıyla yüzleşmemek adına harcayan bir adam. bir duvarın, maskenin ardına saklanan ancak bunu insanlardan kaçmak için değil, kendinden kaçmak için yapıp kendini insanlardan kaçtığına inandıran bir adam. Bu öyle bir adamki korkusundan sevgiden bile kaçan bir adam. Korkağın teki olarak gezen cesur görünümlü bir adam

gece

gecem mi karıştı gündüzlerime, yoksa gündüzlerim mi gecelerime dönüştü. aydınlıkta gördüm yalnızlıkları, aydınlıkta tattım tek kalmanın serin rüzgarını. Gecelerde kalabalıklaşmıştım oysa ki. gecelerde görmüştüm insanları ve gecelerde yaşamaya alışmış, oynamıştım küçük duygularımla en ufak ışıkta parıldayan misketler misali. Ay ışı altında yürürdüm, ağzımdan çıkan belli belirsiz sözler ve duman eşliğinde. Gündüzlerde gülerdim, gecelerde bakardım belki herkes gibi. Şimdi gündüzler bana gülüyor, geceler ise elimden tutuyor. İnsanlar gündüzleri yaşıyor, gündüzlerden zevk alıyor... hatta aşklarını günün ışıklarına göre yaşıyor. halbuki gecenin kalabalıklığını farketmiyorlar. Gündüzlerini kalabalık tutuyorlar. geceden korkuyorlar ve gece uyumayı tercih ediyorlar.
ben bıraktım gündüzümü gecemi kendi haline. gerek de duymadım onlarla takılmaya. Biri gülerken, diğeri ağlardı ama belli bir anda değişirdi yerleri. İkiside farksız, ikiside bir gün etmekte. İkisinde de yalnızlık var, ikisinde de kalabalık içindeyim.

Park

şehrin ortasında bir park, karlardan bembeyaz olmuş, gece ayın ve yıldızların parlaklığını yansıtan, bir köşesinde sevgililerin kar topu oynayıp cilveleştiği bir park. ama sadece aydınlık kesimi bu kadar güzel görünüyor parkın. Bir de karanlıkta kalan kısmı... Ağaçlardan gökyüzün kapandığı, sessiz kısmı. Bir adam yürüyor orda yalnız başına, bir eli cebinde... uzun paltosu nerdeyse yeri silecek şekilde.. yakası hakim yaka kafasında bir bere, dudağında bir hüzün şarkısı. kalbinde aşkının acısı, bir elinde ise yarısı tükenmiş bir dal sigarası. boynu bükük, hiç bir yana bakamıyor. Tıpkı önceki kışlarda da yaptığı gibi gene o parkta yürüyor kar yağdığında.. gene yalnız başına. gene karanlık olan kısmında. Yoldan tek tük arabalar geçiyor, farlarıyla hafif hafif düşen karları aydınlatarak parkın belli kısımlarınada ses vererek geçiyorlar. küçük iki üç kuş uçuşuyor parkın içinde. gecenin ve karın soğuna aldırış etmeden daldan dala oyun oynuyorlar. ve aydınlık kısımdaki sevgililer... artık yorulmuşlar oturmuşlar bir banka... sarılmışlar birbirilerine ... onlar için dünyada o an kendilerinden başka bişey yok, karlar üzerlerine yağıyor hızlanarak... saçları beyazlıyor ama beraberler... iki bedende tek güçler, aşkın gücü, sevmenin gücü, beraberliğin gücü ile yaşıyorlar... Karanlık kısımdaki adam ise artık üşüdüğü için oturmuş bir banka. kendi kendine sarılmaktan başka birşeyi kalmamış elinde. Paltosunun sebine uzanıp bir sigara daha yakıp küçük bir vesikalık fotoğrafla ısıtmaya çalışıyor içini. çektiği ner nefeste, ciğerleri hava değil, özlem ve hüzün çekiyor. verdiği her nefeste acı ve üzüntü çıkarıyor bedeninden. Ay ışığında olanlar güneş doğarken kaybolmaya başlıyorlar. yalnız adam maskesini takıp yüzüne aydınlık yaşantısına dönüyor, sevgililer zorlu hayatlarına, tekrar görüşecekleri umuduyla devam ediyorlar. Park yeni yüzlere, yeni hayatlara dert ortağı olmak için bekliyor orada, her gece, tek başına...

bahçe

uzun uzun yazmak istiyorum. içimi dışımı, sağımı solumu. kapattığım kapılarımdan tekrar evime girmek istiyorum. Anahtarı elimde çevirmekten sıkılmış bir halde bahçedeki ağacın altında oturuyorum. hani gecelerde yıldızları saydığımız ağaç...
Duvarlardaki ışıklardan gelen aydınlıkla gölge oyunları yapıyorum evimin üzerine, seni yapmaya çalışıyorum sık sık. Sanki camdan bana bakıyormuşsun gibi geliyor bazen. Hadi eve gel diyecekmişsin gibi bir his ile.
bahçede oturuyorum öylece. burda uyuyorum, burda yaşıyorum. evim ile bahçemin yerini değiştirdim. evim hala sen kokuyor eminim, ama giremiyorum. korkuyorum kendimden. Evdeki aynalardan dahi kaçtım zaten. ne haldeyim görmüyorum hiç. belki bir su birinkitisinde yamuk yumuk rastlarım kendime düzgün görme umudu ile.
Şimdi odamda otururdum normalde, gece lambasının eşliğinde düşler içinde gezerdim. Cıvıl cıvıl, mis kokulu anları tadardım. Olmasalar bile. Koşardım mutfağa su içmek için, o kısa anlarda bile seni düşünerek ilerlerdim. her yudumda seni içerdim biraz daha.
Artık bahçedeyim. kuş sesleri var uzaktan gelen hafif hafif. ve tabi sivrisinekler... Umursamıyorumda onları, bari sineklere yararım dokunsun. Kanım da çok temiz ya... kapalı kapılara bakmaktan alamıyorum kendimi, gerçi sadece bakıyorum işte. uzaktan izliyorum. Yorulmuşumda biraz biliyor musun? sanırım uykusuzluktan. Halbuki ne rahat gelirdi bu ağacın altı sen varken. sen varken yorgunluk giderdi işte şimdi ise senin yerine oturmuş pis pis sırıtıyor bana. Lanet şey ne olcak. yüzüne sigaramın dumanını üflüyorum belli bellirsiz bir surat çıkıyor sanki. ya da sonunda deliriyorum.
telefonumuda evde unutmuşum biliyor musun? bende diyorum neden kimse aramıyor. Üstelik sessize de almıştım mereti. allahtan arada bir bakkala falan uğruyorum da bir iki bira ile idare ediyorum, şişelerle dostluk kuruyorum. İyi dinleyiciler gerçekten. çok dertsizler gibi... ya da onlarda evlerini kapatmışlar. Bilmiyorum öyle birşey sanırım.
Bahçede uyku basıyor sabaha karşı genelde. Hani günün en soğuk ve karanlık anı. Ancak o ara uyuyabiliyorum. sanırım ancak o zaman kendimden geçtiğim için oluyor. Alıştımda aslında bu halime. belki o yüzden eve girmiyorum artık. tek başıma da giremem o kocaman eve zaten. sesim yankı yapar içerde. sonra senin sesin geri gelir kulağıma.
yavaş yavaş sabah oluyor, zaten kuşlarda susmuş. şimdi farkettim. uyudular herhalde. huzurlu bir biçimde olsa gerek. zira rahat bir yuva kurmuşlar karşıki ağaca. hergece yaptığım gibi gene iyi geceler diliyorum sana. her ne kadar yanımda olup duymasanda.

Sabır

gecenin karanlığı çökmüştü istanbula. Soğuk bir kış gecesi, rüzgar iliklerine işliyordu, elleri ceplerinde yürürken adam. karşısında adalar vardı. Işıkları dalgalanıyordu marmarada usulca. Kimsecikler kalmamıştı sokakta. Herkes evine yada bir barda idi. Herkes kutlama yapıyordu yeni yıl ayağına. Adam çekmişti arabasını ıssız karanlık bir sokakta boş bulduğu bir çöp kutusunun kenarına. Ordan gelmişti yürüyerek moda sahile. Banklardan birine çöktü önce. Bir nefes çekti derince. Havayı değil resmen bir ömür çekti içine ona güç versin diye. Uzaklara dalıp gidiyordu sık sık, düşünceleri herp bir yerde toplanıp dağılıyordu. Uzakta olan sevgiliye özlem içinde, cebinden çıkardığı bir küçük şişe vodkayı yudumluyordu bu yılbaşı gecesinde. Arkasında ki evde gülüşmeler kahkahalar vardı. Sevenler yanyanaydı. kıskandı biraz. sonra biraz da haline şükretti sağındaki banka sızmış olan şarapçıyı görünce. Şarapçının paltosunun cebine biraz para bıraktı yılbaşı hediyesi babında. Sonra vodkadan bir yudum daha aldı ve hayallerine daldı adam. Sevgilisinin yanında olduğu anlara, gülüp eğlendikleri, genç aşıklar gibi koştukları zamanlara... Cep telefonundan bir şarkı açtı tekrar banka çöktüğünde. Artık ruhuda çökmüştü. ve şarkıyı söylemeye başladı soğuktan buz tutmuş titreyen bir sesle:

bu ara ihtiyacım var sana,
ellerimi sakın bırakma,
bana huzur veren tek yer senin yanın unutma...
gün varıncaya kadar sabaha,
sakın hiçbir yere kalkma,
fazla birşey istemem sadece dur burda...

Yeni bir gün

küçük bir sarsıntı hissetti bedeninde. alışık olmadığı bir his yumağı içinde açtı gözlerini dünyaya tekrardan. Üzerinde sadece ayaklarını örten bir yorgandan başka birşey yoktu. Hafif aralı kalmış bir pencereden gelen hava odanın içindeki havayı temizliyor ve hafif hava akımı ile perdenin sallanması sayesinde odaya güneşi sokuyordu. Yavaşça sırtını dönmüş olduğu biri olduğunu anımsadı gözüne giren güneş ışınlarından kaçarken. Yana döndüğünde yanında uzanmış bedene baktı usulca. İzlemek... sadece duyguları ile izledi bir süre. Geçmişi bu günü geleceği düşündü yanındaki bedene baktıkça. Aşık olduğu ile beraberdi. Hafif esen rüzgar yanındaki kadının bedenini titretmişti. Adam yavaşça sarıldı ona. ve gözlerini açtı kadın yüzünde sevgi yüklü bir gülümseme ile. Bir karga gaklıyordu dışarda, korna sesleri hatta bağıran gençler. Ama bunlar sadece fonda kalan şehirsel gürültülerdi. adam ve kadın aralarındaki sessizliğin bakışlardaki gürültüsü ve aşkın fısıltısı ile sağırlaşmışlardı. Bir öpücük kondurdular birbirlerine usulca. Ve adam eğildi kadının kulağına: "seni seviyorum"

sokaktaki adam

Elinde bir yırtık şemsiye, üzerinde uzun salaş paltosu, tek başına yürüyor gecenin soğuunda yağmur altında. Issız hayatının gürültülü sokaklarında, bir çok çukura girerekten ilerliyor. Paçaları çamur içinde, yüzü gözü kirlenmiş, üşüyor iliklerine kadar. Acılarla büyümüş, acılarla yaşıyor, acılarla ölücek. Issız bir hayatta ilerliyor yağmur altında. Bitmiş tikenmiş bir ruhu taşıyor sırtında. Bedenide pes edicek şekilde. Elveda diyor artık ıssız hayatına... Acılarla yoğrulmuş yaşantısına bir elveda... Gözyaşları tükenmiş olan hayatına elveda.. Hoşçakal....

Nedenler

nedenleri bulmak için yaşarken kaybolan bedenler arasında gezinen biri var. O herkesin nedenini aramakta... biraz deli, biraz korkak. kendi nedenlerinden korkan ve bu yüzden başka nedenler arayan bir beden. Çevresinde gezen, telaşlı bakışlar içinde koşturan binlerce insan var iken yukardan bakılınca bir tek o göze çarpıyor. Herkes düzensiz bir arama içindeyken o yeri gelip duruyor ve insanları izliyor. Onların dertleri, onların nedenleri içinde kendi nedeninden parçalar buluyor ve onları birleştiriyor. Nedenlerin nasıl çözüleceğini çözmüş önceden bu. Gün geliyor bir bedenin peşine takılıyor, gün geliyor aniden yö değiştirip başka nedenlere dalıyor. Ama herkesten daha fazla nedenlere ait ipuçları topluyor. Kendi nedenlerini buldukça da korkuyor aslında. ama korkusun kaynağını bilmeden koşuyor sağa sola nedenleri aramaya ara vermeden. Belki biter bir gün diye korkuyor ve kendine yeni nedenler yaratıyor. Belki başka korkulara sahip nedenleri arayan bedenler arasında gezerken. Nedenler yaşatıyor bu bedenleri. nedenler hareketli kılıyor kaslarını. nedenler tüketiyor yaşantılarını. nedenler öldürüyor bu bedenleri.

Pesimistik Depresif Titreşimler

küçük dalgalanmalar vardır hayatta insanın sık sık hayatında olmadığını sandığı, daha sonradan ortaya çıkan. Bunlar Küçük depresif titreşimlerdir işte. Minik bir çakıl taşının denizde yarattığı dalgalar gibidir bunların tek birinin etkisi. ama bunlar birikirler insanın pesimistik kişilik çatışmaları ve toplumsal oynaşmalar ve karmaşalar içinde. Düşünür sadece "sorunum var benim" der sonuna da ekler "bilmiyorum ya". Pesimistleşmiştir kendi içinde hayata bakışı konusunda. depresif titreşimleri de artmıştır o dönemde. "Pesimistik depresif titreşimler" birleşmiş halde saldırırlar bünyenin "optimist güneşli bölgeleri"ne. İnsanın içinde gri bir gök yüzü yaratırlar. Gece yıldızları, gündüz güneşi saklar bu titreşimler. Abartmamak lazımdır. O dalgalı denizde küreklere asılmamak gerekir o an. Yorar. Pesimistik depresif titreşimler içerisinde akıntıya bırakılmalıdır yaşam bazı anlarda ki dalgalar geçip gitsin. Onlar sizi sürükleyemez nasıl olsa sadece sarsar, mide bulandırır. Bunu anlamak önemli. Atlatırsınız ve gene gidersiniz "optimist güneşli bölgesi"ne bünyenizin güzel bir tatile. Şezlonga uzanır kokteylinizi yudumlarsınız bu sahil kıyısında. Ama unutmayın sahil kıyısında tatil yapan bir insan elbet yüzecektir. Ve her yüzdüğünüzde "pesimistik depresif titreşimler"in gelme olasılığı olacaktır sonsuza kadar.

Bir Şişe

Bir bira şişesinin dibinde yatıyordu küçük hüzünler. Sigara dumanı eşliğinde kaybolan hayalleri canlandırmak için alınan alkol eşliğinde gittikçe yüzeye çıkıyorlardı. kalabalıktaki yalnızlığı hissettiriyordu yer yer hayat. eldeki bira şişesinin köpüğü gibi sevilmiyordu her zaman bu haller, ama oluyordu her içişte. Çıkıyordu bir yerden üç beş kuruşluk alkollü anılar. gecenin karanlığında aydınlık kalıyordu sigaradan gelen küçük ateşli ışık ile ruhlar. Peş peşe yudumlar alınırken şişeden, hüzüne yaklaşılıyordu ve sigaranın dibine vuruluyordu uzaktan gelen kulaklarımızın içinde çalan o mahur beste. Yer yer müjganla ağlaşmak istiyorduk, yer yer ise sigaranın dumanına sarılıp uçup kayboluyorduk. Hayallerin ardından el sallıyorduk hayata sık sık ve şişenin dibini görüyorduk her seferinde. Küçük yudumlardaki büyük adamlarmışız gibiydik belkide bazı anlarda. Halbuki bir kül misali savruluyorduk ordan oraya. Bir deniz kıyısında, kumların üzerinde yaşıyorduk anlarımızı. Kum gibi eziliyorduk her seferinde...

Başlıksız

akıyordu gecenin karanlığında, kayan yıldızlar gibi parıldayarak. Akıyordu pürüzlü yüzünde damla damla gözyaşı. sakalları arasında kendine yol bularak ilerliyordu damlalar. Tuzlu tat bırakıyorlardı dudak çevresinde. O dudaklar başka dudakların özlemi içinde. Yanlış bir tattı bu. tuzlu olmamalıydı gelenler. İçerisinde yanlış anlamlar yüklenmiş yıldızlarla bezenmiş bir gökyüzü olmamalıydı bu gece. yağmur altında ıslanırken üşümemeliydi insan, kalbi sıcakken... Boğazına takılan, sesini kesen ama kendi içinde bile çözemediği gemici düğümleri olmamalıydı rüyalarında. Küçük adımlarla gülücükler saçmalıydı sanki etrafa. İstenilenleri yapmalı, istenilen olmalı, istenilen istediği idi. İstekleri, kendi istekleri içinde yanlış yollara sapmayı becerebilirdi belki ama doğru yolu göstermeye çalışan varken nasıl olabilirdi ki? haritaya bakarken nasıl yolu şaşırabilirdi? Kayan yıldızlara dikkatini vermekten yolu mu göremiyordu? Dudağındaki yanlış tatmı aklında yer edinmişti. Yanlışlar... Hata vardı bir yerde. Belki gözleri bozuktu yolu göremeyecek kadar, belki daha ehliyeti alabilecek yaşa gelmediğinin farkında değildi. Arabayı kaçırıp kullanmak kolaydı ama her yağmur yağdığında her gece yanlış yollara sapıp, arabanın kontrolünü kaybetmek. Harita yanlıştı belkide. Haritada baktığı yer. Düşünürken bunları kayan yıldızlar eşliğinde aslında neyi düşündüğünü bile karıştırmayı başarmıştı. Karıştı. Arap saçı, gemici düğümü... sudoku gibi biraz dikkat ile toparlanabilecek bir yaşamın kenarında. Yıldızların yaptığı yollar, orman içindeki damlalar, pürüzlü arazideki su birinkitileri. Aç gözünü gerçeğe. Sil o gözyaşlarını yüzündeki. Bırak direksiyon dediğin o can simidini. Her an frene asılmayı bırak. gazdan ayağını çekmeyi öğren virajlarda. Yola laf edeceğine arabayı düzgün kullan. "Bu çukuru buraya koyanın" demek fayda etmiyor aks'a zarar verdiğinde. Kayan yıldız düşer aracına. Hayatına. Minik adımlarla ilerle hadi. Küfretmekten, şikayet etmekten vazgeçip aç farlarını öyle ilerle bir kerede. sana çukurları gösterenin sesini dinle. Kendi bildiğini okuma. gördüğün her çukurda durma yanından geç. yap birşey işte. bırak yazmayı, bırak konuşmayı, bırak şimdi ağlamayı. büyü biraz. elindekini, önündekini, yanındakini gör. Devam et...

Güneye Giderken

Güneş doğuyordu. Soldaki uzak dağların ardında küçük bir parıltı halinde. gecenin soğukluğu hala üzerindeydi günün en soğuk bu saatlerinde. Üşümüşlük vardı üzerinde ve tüyleri diken dikendi. Ürpermişti. Çapaklı gözlerini hafifçe aralayıp kayıp giden bulutlara ve doğmaya çalışan, dağlara tutunarak ayağa kalkan güneşe bakmaya çalışıyordu. Yeni açılmış florasan gibi en başta parlak olmayan güneşe. Kafasının cama dayalı olmasından dolayı her nefes alışında küçük bir buğulanma oluşuyordu camda ve her seferinde üzerindeki giysinin, en sevdiği siyah renkteki uzun kollu kıyafetinin sağ kolunu iyice çekip, uzatıp siliyordu buğuyu camdan. Yanından arabalar akıp geçiyordu. Farları ile güneşten daha parlak bir şekilde. Yeni açılan uykulu gözleri kamaştırıp yorarak. Dışarı bakmaya devam ediyordu ve düşüncelerinden arınıyordu. Yeni güne boş bir beyinle, akşama kadar doldurup mahvedebileceği bir beyinle başlamak istiyordu. Derin nefes alışverişleri oluyordu sık sık. Arada bir otobüsün girdiği çukurlarda hopluyor ve kafasını hafifçe cama vurup şoföre sövüyordu. Soldan doğan güneş ile birlikte içine umutlarıda doğuyordu tekrardan. Her gece kaybettiği he sabah bulup sevindiği umutları. Yanındaki yolcuyu rahatsız etmeden hafif bir gerilme ile son bir derin nefes alıp dışarıya baktı tekrar. Gittiği yerde onu bekleyeninde uyanık olup, doğan güneşi seyredip gözünün yollarda olduğunu bilerek, sessizce ama çığlık çığlığa haykırdı uzaktaki dağlara; seni seviyorum...

uzun mesafe ilişkisi

arada km'ler olan ilişkidir. telefon'un ne kadar önemli bir icat olduğu, internetin hızlı olmasını önemini, webcam'in muhteşem birşey olduğunu hatırlatır insana.
her zaman bir bekleme vardır iki tarafta da. gün içinde normal sevgililerden daha fazla telefon konuşması yapılır genelde. doğal olarak da yüklü bir fatura ya da kontör masrafı yaratır ama buna değer.
ayrıca çok güçlü bir güven ilişkisidir de aslında. en ufak bir güven sarsıntısı bile kilometreler aracılığı ile büyür, sarsar. karşılıklı kıskanmalar, özlemler içinde yoğrulup gidersiniz.
her buluşma anının güzelliği ise bambaşkadır. uzun mesafe ilişkisi olduğundan sık sık göremezsinizi sevgiliyi. arada bir olan buluşmalar üzerine yavaş yavaş inşaa edilen bir ilişkidir bu. her buluşma yeniden aşık olmaktır. biriken özlemi atmak, mutluluktan uçmaktır o an.
ancak her buluşma tekrar bir ayrılık getireceği için sevilmez de ayrıca. sevgili zaten uzaktadır ve buna alışılmıştır. buluşma olduğunda ise hiç bırakmak istemez bünye, sıkı sıkı sarılır, bağrına basar, kendisine yapıştırana kadar bırakmak istemez. ve her buluşma bir ayrılık getireceğinden zordur da. gideceği anı bilmek, görmek... o andan sonra tekrar dokunamamaya başlamak, kokusundan, bakışından uzak kalmak gelecektir yine...
telefonda saatler harcanır bu ilişkide, sevgilinin sesi artık herşeydir. sesindeki en ufak titreşim farkını bile anlarsınız, konuşurken ne mimi yapıyor tahmin edersiniz ve %100 doğru çıkar bir yerden sonra. ses tonunda oluşan ufacık bir mutluluk tınısı bile dünyaları verir size, en ufak hüzün ise yıkar oracıkta.
yanına gitmek isteyip gidememek doludur bu ilişki. çoğu insanın kaldıramadığı zorluklar içerir. uzun sürenleri, çabuk bitenlerinden kat be kat azdır. bu yüzden her başlayanı korkutur. "ya bir gün biterse" sorusu sık sık akıllardadır. kendi kendini yedirtir fazla düşünüldüğünde. mümkün olduğunca anı yaşamaya dayalı kalmalıdır. ileriye dönük bolca hayal çıkar ortaya. yanyana gelinecek anlara dair mutluluk düşleri.
zordur yürütmesi. telefonda geçen kavga seansları. yüksek sesli bağırışmalar, telefonu yüze kapatmalar vardır kapıyı çarpıp çıkmanın yerinde.
herşeyiyle bambaşka bir tattır. iki tarafın şu tüketici ilişkilerle dolu dünyada birbirini gıdım gıdım tatması ile aslında tükenmesi zor olan gibi durur kağıt üzerinde.
muavinle dost olmaktır uzun mesafe ilişkisi. gidilen yollardaki çukurları ezberlemişlik yaratır. hatta yolun kaçıncı kilometresinde radar var, nerede hız yapılır, nerede yol kaygandır... hepsi bilinir. yaşanılan tek şehir yoktur, iki şehir için yaşanılır. iki şehrin insanı olunur bu ilişkide.
sevgili özlenir, özlenir ve özlenir bolca...
özledim...

Yaşanmayanlar

Kısa bir günden arda kalan küçük duygu parçacıklarını cebine koyup evine dönüyordu. Yaşadıkları değil, yaşamadıkları ile boğuşuyordu. Yaşmadıklarının yaşanıldığını gördükçe küçük mendilini cebinden çıkarıp gözünde aslında olmayan, ruhundan gelen gözyaşlarını siliyordu. Rüzgar estikçe saçlarının arasında onu alan o küçük titremeler eşliğinde daha da etkili bir duygu yağmuru başlıyordu yorgun ruhu üzerine. Yaşamadıklarından yorulmuştu ruhu. Yaşadıkları ile besleniyordu. Gözü arkada mı kalmıştı ya da başka yerlere mi bakıyordu bu ruhun kavrayamamıştı beden. Keşkelerle mi yaşıyordu bu ruh, yoksa ileriye bakarken yürüdüğü yola değilde yan yollardamı arıyordu bulamadıklarını. Yaşamadıklarını yaşasa ne olucaktı yada... Düşünerek ilerliyordu cebinde duygu parçacıkları ile. Birleştirecekti onları bir gün ve yerlerine yerleştirecekti. Şimdilik yaşamadıkları içinde boğulmakla meşgul olmaktan kurtulması gerektiğinin farkındalığı ile yürüyordu. Küçük bir esinti ve hafif bir yağmur eşliğinde. Beden hissetmiyordu bunlar ruhunda oluyordu. Yaşadıkları ile yaşamadıklarını bekliyordu evinde küçük odasının küçük penceresinden dışardaki yaşananları izleyerek...

Küçük Çocuk...

bir küçük çocuktu o. herşeyi bildiği söylendiği, herşeyi yaşadığını düşündürüldüğü için büyüdüğünü zannederdi hep. "Ben büyüyünce..." diye devam eden cümleleri kurmayı bırakalıda çok olmuştu bu çocuk için. Çocukluğunuda erken ve hızlı yaşamıştı o. Çabuk geçiyordu onun için zaman. Birileri ittiriyordu her zaman onu daha ileri, daha hızlı gitsin diye. Tutanda yoktu elinden küçük çocuğun bu bozuk yollarda. Hep tökezliyordu. Hatta düşüp ağlıyordu. Ama gene bir güç tarafından kalkıp yürümeye hatta ne yürümesi koşmaya zorlanıyordu. Yorulmuş olması farketmiyordu. Güneş yaksa, yağmur ıslatsa, kardan buzdan donsa umurunda değildi kimsenin. O ise koşuyordu artık biri ittirmese bile. Biri elinden tutsa geri itiyordu o eli artık. Soğuk sıcak etkilemiyordu onu. Ne uçan kuşlardaki güzelliği fark eder olmuştu, ne batan güneşin pembeleşen o tatlı yüzünü. Nede ölümdeki soğukluğu alır olmuştu. O küçük çocuğu bu hale getirdiler. Ta ki artık kimsenin onu zorla ittirmediğini anlayana kadar. Aslında kendinden kaçıp kendi kendisini koşturduğunu anlayana kadar. Hızlıca büyümek kurtulmak istemişti belkide bazı şeylerden. Pişmanlık duymak istiyordu bu yüzden geçmişinden. Ama her seferin "iyiki yapmışım" demekle geçiriyordu anlarını. gene koşmaya başlamıştı kısa bir dinlenmeden düşünmeden sonra. Bu sever kendisini bulmak için daldı bu bozuk yollara. "Biri elimden tutsun" dedi her adımında. Elini uzatan herkese kanmaya başladı bu sefer kimsenin önceden tutmamasının verdiği saflıkla. Temizdi kalbi bazı konularda. Biraz kirlenmesi gerekiyordu belki ama kirlenirken kanıyorduda o güzel çocuğun kalbi. Artık halide kalmıyordu. Her el uzatanın verdiği acı ile koşmak daha zor geliyordu. "yeter" diye haykırarak durmak nefeslenmek bir ağacın gölgesinde dinlenmek istiyordu zavallı çocuk. bir damla yağmur düşsün rahatlatsın küçük bedenini, yada bir sahil kenarına gitsin. Denizin sesi ile birleşsin güneşin iç ısıtıvı o narin sıcaklığı. Dinlenmek istiyordu artık. Ve son koşusunda anladı. Dinlenmek için biraz daha koşması gerektiğini. biraz daha yorulunca dinlenmeyi hakedeceğini. Dinlenmenin hak etmeden olmayacağını anladı bu küçük çocuk. İşte şimdi büyüyordu bu zavallı küçün beden. Kırılmış ve yara bantlarıyla ölesine tutturulmuş bir kalbi vardı her an hızla ve heycanla atan. Bedenide çamur, is, kir içindeydi. Koşmaktan bacak kasları yanıyordu, ciğerleri nefese doymuyordu. Ama biteceği anı düşünmek "o"na güç veriyordu. Hem bir ışık gördüğünü düşünüyordu. Güneş gibi. "O"na ulaşmaya çalışmak güzeldi çocuk için. Ve karar vermişti sonunda. Amaçsız koşmayacaktı. Çabalayacaktı iyice. Gerekirse son nefesini vericekti bu uğurda ama huzura ulaşacaktı elbette. Ve koşu gene başladı. Koştu koştu.... Kuşlar tepesinde güneş sağında, en tepede silik bir ay ve parçalı bulutlar eşliğinde koştu... Ağaçların yapraklarını savurarak koştu...

Ey küçük çocuk koş durmadan koş... "O"na ulaştığın an anlayacaksın bunca acının ödülünü. Hayatı o zaman görüp, o zaman büyüyeceksin küçüğüm...

bir hayat ve bir hayat daha

Bir hayat yanmış solmuş ölmüş ruhlarla dolu, bir hayat evrendeki en canlı heyecanlı ve mutlu ruhlardan oluşan, bir hayat her an bulutlardan yere atlayabilecek (sırf heyecan için) , bir hayat en derib noktadan en yükseğine zıplayabilecek, bir hayat hiç durmadan koşabilecek güçte, bir hayat nefes bile alamayacak kadar güçsüz, bir hayat sevdiği için canını düşünmeden verbilecek, bir hayat kendinden başka hiçkimseyi önemsemicek, bir hayat Napolyon misali PARA PARA PARA diyen, bir hayat aşktan başka hiç bir şeyi önemsemeyen, bir hayat ölünce başlayan, bir hayat devam ederken binlerce kez öldüren......

Fark

Madem gördün bir fark o zaman ona göre davran. Değiş sende farklı ol yada sende bir fark yarat. Hep aynı kalma, yada aynı kalmaya çalışıp boşu boşuna yorma kendini. Bırak ak sende ister sakin bir dere gibi ister azgın bir nehir ol ama durma hep ilerle hep farklılıklar bul. Çevrene bir bak kim duruyor görüceksinki kimse herkes çabalıyor durmamak için çünkü biliyorlar durmak demek kaybetmek demek aynı kalmak gerilemek değişmenin ise kazanmak olduğunu öğrenmişler. Koş şimdi sende farkılılığa koş değişime koş unut kendini başkası ol gerekirse. Sonuç seni mutlu edecektir birşeylerin hayatıda kötü yada iyiy gitmeyen birşeylerinde değişip iyi olduğunu göreceksin.