16 Şubat 2009 Pazartesi

Amerikan Kapitalizmi

amerikan iç savaşı'nın sonrasında, özellikle 1900'lü yılların başında gücünü kat be kat arttırmaya başlayan sistemdir. iç savaşıda özgür kalıp, işçi sınıfını oluşturan zenciler, yahudiler, sarılar ve kızılderililerin kullanması ile büyümeye başlamıştı. wasp(white anglosakson protestan) bu sistemin en büyük özelliği idi. ingiliz kökenli "yerli beyaz amerikalı"lar dışında kalan her insan, beyaz-zenci ya da sarı farketmeden işçi sınıfına yönlendirilip eziliyorlardı.

1900'lerin başında özellikle özgürlüklerine kavuşup daha zorlu bir hayata geçen zencilerin elinden oy haklarıda alındıktan sonra, fabrikalarda çalışmaya, tarlalarda çalışmaya devam ettiler. ancak toprak ve fabrika sahibi burjuvalar bu şekilde, yani günde 16 saat ve haftada 6 gün çalıştırılan işçiler ayaklanmasın diye bir çok oyun oynadılar. bu dönemde asi zencileri, yaşadıkları kasabaların şerifleri ve adamları, yani devletin adamları ku klux klan'ı oluştururak en yakın ağaçlara asıp, evlerini ateşe vermeye ve zencileri bastırmaya başlamışlardı. ertesi gün de aynı şerif ve adamları cinayeti kimin işlediğini bulma sözü ile zencileri koruduklarını açıklamakta idi. ancak cinayetler her zaman faili meçhul kalacaktı...

daha sonra zenciler ellerindeki tek imkanı kullanarak güney eyaletlerden kalkıp, batı eyaletlere doğru göçe başladılar ve kendi kasabalarını kurdular. sırf zencilerden oluşan kasabalar, mahalleler oluşunca beyazların onları ezmesi, daha doğrusu kesip biçmesi zorlaştı. ancak hala zenciler fabrikaların en önemli işçi sınıfını oluşturmakta idi.

fakat zamanla, özellikle 1907 yılında doğu avrupadan göç etmeye başlayan avrupalılar sadece o yıl içinde 1.3 milyon insan olup, muhteşem bir işçi sınıfı imkanı olarak abd'ye akın etmişti. böylece fabrika sahipleri yavaş yavaş kurulan sendikaların yaptığı grevleride bu işçi sınıfı ile kırıyordu. bu yüzden de göç almayı her zaman kabul etmiştir bu sistem. bu göçlerin en büyük özelliği bu ağır dönemlerde etnik mahalleler oluşturması idi. zenciler, yahudiler, çinliler, katolikler, ortodokslar ve italyanlar...

zenci olmanın avantajları sadece zenci mahallelerinde geçerli idi. eğer doğu avrupa göçmeni iseniz limanlarda daha şanslı idiniz. eğer italyan kökenli iseniz, sokak gangsterliği ya da the godfather'ın çıkış noktası olan sistemi yaratıp mafya olup new yorkta yaşamanız daha kolaydı.

bunların dışında abd'nin bu güne gelmesinin en büyük nedeni tüm ülkede bulunan, inanılmaz büyüklükteki demir rezervleri. amerika on yıllar boyunca sadece bu demir madenlerinden demir çıkardı. bütün zenciler ve çinli göçmenleri bu madenlerde çalıştırıyorlardı. madenlerin hemen yanına maden sahipleri kasaba kurup, madende çalışacak insanların ev kiralamasını sağlıyor ve kendilerine ekstra gelir yolu açıyorlardı. bu sayede çalışan kesimin eline aslında hiç para geçmiyor, toprak-maden-mülk sahibi beyaz adam ise kendi parası ile ekstra para kazanıyordu. abd biriken bu demir stokunu ise çok akıllıca harcamaya başlamıştı 1900'lerin başında. ilk olarak gelişen batı şehirlerine, en baştada bir sürü maden ve fabrika sahibi david rockefeller'ın bir sürü fabrika açıp, gökdelenler inşaa etmesi ile yeni bir dönem açılmıştı. gösteriş pazarlayıp, göç çekip, işçi sınıfı yaratmak. yani amerikan rüyası denen şey rüya değil, hipnoz yöntemi olup, abd'nin kapitalist burjuvalarına işçi sınıfı yaratmaktı. abd elindeki demir ile kimsenin aklına hayaline sığmayan büyüklükte gökdelenler inşaa edip bir çok da iş ortamı yaratmış, bu iş ortamlarını çektiği göçlerle doldurmuştur. yani gökdelenler de aslında kapitalist sistemin en büyük kozu idi.

ayrıca o dönemde, bu kadar ezilmeye karşı sendikalar kurulmuştu ancak sendika kurmak hem zor, hemde çoğu eyalette yasal bile değildi. bu durumda işçi ve köylü kesimi tek savunan kalıyordu. (bkz: sosyalist parti)
abd burjuvazisinin en korktuğu şeylerden biri etnik kesimlerin farkının yavaş yavaş eriyip, birbirleri ile anlaşma içine girip baş kaldırması idi. ve bunu sosyalist parti sağlamaya başlamıştı. ayrıca doğu avrupadan göçe eden halk sosyalizmi daha çok tanıdığı için de amerikada sosyalizm bir anda güçlenmeye başlamıştı. ancak kapitalist düzen ilk olarak başları kesmeye başlayarak bu direnişi durdurmayı başardı.

bu konuda en büyük olay 1912 de başlayan ve 8 ay süren grevler idi. abd'de ki tüm sendika ve işçiler sosyalist partinin de desteği ile greve gittiler. bu grevin en büyük finansmanı ise sovyet rusya'dır. bu grev amerikan kapitalizmine en büyük darbelerden biridir. işçi sınıfının ise en büyük kazancıdır. 8 aylık grev sonunda bir çok sendika başkanı faili meçhul cinayetler ile öldürüldü ya da tutuklandı. ancak sonunda kazanan işçiler oldu ve bu grev ile haftalık sadece 8.43 dolarlık gelirlerine %10'luk zam alabildiler.

bu grev ve olaylardan sonra amerikan kapitalizmi yön değiştirmeye, nüfusun çok küçük bir kısmını oluşturan zengin kısmı büyütmeye ve sayısını arttırmaya başladı. ve abd kapitalist sistemi günümüzün de en büyük sistemlerinden, en güçlü sistemlerinden biri haline gelip, 1900'lerden önce dünyanın liderli olan ingiltere, daha doğrusu britanya krallığının elinden alıp, dünyadaki hegemon devlet haline geçti abd.

Amerikan İç Savaşı

baştan aşağı kapitalist düzenin ihtiyaçları için başlatılmış olan, ancak zencilere özgürlük adı altında dünyaya ve halka sunulan savaş. endüstri olarak gelişen kuzey eyaletleri ile tarımsal açıdan güçlü güney eyaletleri arasında geçmiştir. bu durumdan dolayı kuzeyde sermaye ve para, güneyde ise toprak vardı. 

güney eyaletleri richmond'u başkent ilan edip, washington yönetiminden çıkıp bir konfederasyon kurmuşlardı. tek istedikleri sorunsuz işleyen afrikalı köle-toprak sahibi beyaz adam ilişkisinin bozulmaması, feodal düzenin yıkılmaması idi. güney eyaletleri afrikadan köle alıp tarlalarında çalıştırıyorlardı. köleler ise karın tokluğuna toprak sahibi ile yaşıyor, geçim derdi yaşamıyordu. 

kuzey ise endüstriyel olarak hızla büyüyor ve insan gücüne ihtiyaç duyup, işçi sınıfını yaratması ve bu sınıfı genişletip doldurması gerekiyordu. önceleri beyazlar içşi olarak çalışırken, kuzey bunun yetersiz olduğunu ve beyazları kullanmak yerine zencileri işçi yapmanın daha karlı ve yararlı olacağını görüp, güneydeki köle zencilerin özgürlük kazanması gerektiğini söyleyerek 1860'da savaş açtı. 

güneyin bir milyon askerlik ordusuna, kuzey bir buçuk milyon askerlik ordusu ile karşılık verecekti. ama kuzeyin en büyük gücü endüstriyel ordusu idi. yani ellerinde teknolojik olarak daha üstün silahlar bulunuyordu. bunun en büyük örneği makinalı tüfeklerin atası olan mitralyöz idi. ancak ilk yıl güney ordusu kuzey ordusunu ağır bozgunlara uğratmış, savaşta üstün taraf olarak görünmüştü. fakat sonraki yıllarda kuzey ordusunun silah gelişimine yetişemeyen güney savaşta güçsüz taraf haline gelmişti. ayrıca kuzeyin insan gücü, ordudaki asker sayısı üstünlüğüde büyük bir avantajı olmuştu. 

1865'te güney ordusu daha fazla dayanamayıp savaştan çekilmiş ve kuzeyin galibiyeti ile sonuçlanmıştı. bu savaşın en önemli özelliği o dönem başkan olan abraham lincoln'ün zencilere özgürlüklerini vermesi olarak görülür. ancak gerçekler bu kadar basit değil tabi. 

bu savaşın ardından kuzeydeki güçlü burjuva sınıfı kuzey topraklarınıda paylaşmaya başlamıştı. ve siyahları bu sefer paralı olarak, işçi olarak, köylü olarak çalıştırmaya başlamışlardı. bu durum zenciler için aslında daha kötü bir durum olarak görünmekte idi çünkü zenciler; toprak sahibi beyaz adamdan toprak kiralamak zorunda, kiraladığı toprağa yakın ev kiralamak zorunda, toprağı işlemek için alet edavat kiralamak zorunda idi. yani para kazanmak için beyaz adama para dökmesi gerekiyordu ve asla kar edemiyordu. çünkü toprak sahibi beyazlar muhasebe defterlerinin gizli tutulması konusunda anlaşmış ve böylece zencilerin üretip sattıkları tarım ürünlerinin piyasa değerlerini öğrenmemesini sağlamışlardı. ayrıca bu duruma karşı çıkmasınlar diye zencilerin oy kullanma haklarıda bir kaç sene içinde ellerinden alınmıştı. 

amerikan iç savaşı, amerikan kapitalizmi'nin büyümesinde ve abd'nin dünya devi olmasındaki en büyük sebeplerden, temellerden biridir.

devamı için "amerikan kapitalizmi"ni okuyun...

13 Şubat 2009 Cuma

Zodiac


Jack the ripper(karın deşen Jack)'dan sonra gelen, efsaneleşmiş olan seri katil. Sebebi ise asla yakalanamamış olan ikinci seri katil olması.
David Fincher'ın 2007 de çektiği filminde odağıdır. Zaten film Zodiac'ın biyografisidir ve Zodiac'a en çok yaklaşmış olan, onu yakaladığını düşünmüş olan robert graysmith'in yazdığı zodiac adlı kitaptan uyarlamadır.
Bu kitap zodiac adlı katili anlatan, tüm dosyaların incelenip yazıldığı ve polisin bile artık incelemediği yıllarda davanın peşini bırakmamış bir karikatürist tarafından yazılmıştır.
Film'de, olaylar da ilgi çekici.
Film güzel ve izlenesi. David Fincher'ın kötü film çekmediği bilinen bir gerçek. Ancak bu filmi iyi yapan şey ne oyunculuk, ne yönetmenin başarısı... Tamamen hikayenin gerçekliği. aslına bakarsanız belki de david fincher'in en kötü filmi bu olabilir. Ama Zodiac öyle bir olay ki...

gelelim zodiac adlı katile. Bu arada filme dair bir çok "spoiler" içerebilir bu yazı ona göre...
İlk olarak 1969 yılında cinayet işlemiş bu adam. ve işlediği her cinayetten sonra polisi arayıp "bu cinayeti ben işledim, gidin şurada şu cesetler var" demiştir. gene 1969'da zodiac gazetelere mektup göndermeye başlamıştır. Olaylar san francisco'da geçmektedir ki bu adam amerikan tarihi için tektir. Zodiac her kim ise hem psikopat, hem de ünlü olmaktan hoşlanan biridir.
Zodiac 1972'den sonra cinayetlerinde düşüş gözlemlenmiş, bir süre sonra durmuştur. Zaman geçtikte SFPD(san francisco police department) olayla ilgilenmemeye başlamıştır. Ancak Zodiac olayı ile ilgili bir çok makale hazırlayan, bu olay ile çok fazla ilgilenen gazeteci Paul Avery bir çok kanıt ve olay ortaya çıkartmıştır. Aynı gazetede çalışan karikatürist robert graysmith'de Paul avery ile bu olaylara dikkat kesilmiş ancak o dönemde üzerine gidememiştir.
Fakat paul'un kariyeri batmış, polis olayı soruşturmayı bırakmışken robert üzerine gitmeye başlamış ve zodiac davasından sorumlu dedektif David Toschi'nin bir numaralı şüphelisi olan adamın zodiac olduğuna dair bir sürü kanıt bulmuştur ve 1984'te Zodiac olduğunu düşündüğü adamı görmüştür. 1991'de ise Zodiax'ın 1969'da vurduğu ama öldürmeyi unuttuğu Mike Mageau, Robert ve David'in zodiac olduğunu iddia ettikleri adamın zodiac olduğunu teşhis etmiştir. ancak bir süre sonra Zodiac olduğu iddia edilen kişi kalp krizi yüzünden ölmüştür.
2002'ye gelindiğinde ise DNA uyuşmazlığı sebebi ile iddia edilen kişinin zodiac olup olmadığı konusu bir kez daha şüpheli haline dönmüş ve gerçek zodiac'ın kim olduğu asla bulunamamıştır.

6 Şubat 2009 Cuma

Changeling

eğer duygusal bir insansanız, izlerken kesinlikle yanınızda peçetenizi bulundurun. çünkü ağlayacaksınız.
bir annenin oğluna olan sevgisi, onu kaybetse bile yaşadıkları... umut. hiç kaybolmayan bir umut. ve bir annenin oğluna olan bağı. ruhsal bağı.

angelina jolie'nin gerçekten inanılmaz bir performans gösterdiği filmdir. bir an için film değil de gerçekten oğlunu kaybetti diye düşündürecek kadar muhteşem oynamış rolünü. anneliği gerçekten iyi öğrenmiş ve rolünde çok iyi kullanmış.
zaten filmin galasında verdiği röportajda, "filmde kaybolan oğlum yerine, kendi öz oğullarımı koyarak oynadım. o anı yaşadım" demiştir ve bunu kanıtlıyor. o yaşayarak oynarken bizlerede yaşattı.

film gerçek bir olaydan senaryolaştırılmış. 1928'in los angeles'inde lapd'nin yozlaşmışlığı, bir seri katil ve aslında bir değil, tam 20 acılı anne. 20 çocuğu sebepsiz yere öldüren bir adamın, bunlardan 3 ü teşhis edilebilmiş, idama giden sonu.

ayrıca clint eastwood'da ne kadar kaliteli bir yönetmen olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır. bazı anlarda oyuncularda oluşan mimikleri yarattırması... hayranlık uyandırıyor. o kadar gerçekçiydi ki...

kesinlikle ve kesinlikle izlenmesi gereken film. ama tekrar söylüyorum, film izlerken ağlama gibi bir durumunuz varsa, duygusal biriyseniz peçetenizi alın.

----spoiler----
-o çocuk bana daha önce elimde olmayan birşey verdi
+nedir o?
-umut!
----spoiler----

bir de filmde 1935 yılındaki oscar'ı alan filmi öğreniyorsunuz.
(bkz: it happened one night)

5 Şubat 2009 Perşembe

The Pursuit Of Happyness


Ülkemizde "umudunu kaybetme" adı ile gösterime giren, başrolde will smith ve öz oğlunun oynadığı, azimli bir baba ve oğluna dair gerçek bir hikaye. amerikanın en büyük broker firmalarından Gardner Rich'in sahibi Chris Gardner'ın hikayesi...

Tıbbi malzeme satıp hayatını kazanmaya çalışan bir baba'nın, zamanla satış yapamayıp karısının onu terk ettiği dünyasında, hayatının en önemli varlığı olan oğlu ile azimli hayat savaşı.

kesinlikle her erkeğin, baba adayının izlemesi gereken bir film. Azimli olmanın, bir şeyi hedefleyip sadece onun için herşeyi yapmanın önemini ve bir o kadar da zorluğunu gösteren film. 
Kazanan bir erkek, en azından bu filmdeki gibi azmetmeli ve çabalamalıdır hayatındaki "önemliler" için.

Ayrıca will smith'de çok güzel oynamıştır üzerine aldığı karakteri. Kesinlikle kaliteli bir oyunculuk çıkarmış olmasına rağmen 2007 oscar ödüllerine en iyi erkek oyuncu dalında aday olmuş ama kazanamamıştır.
Üstelik filmde gerçek oğlu ile oynaması da pek hoş bir enstantane yaratmıştır. 

----spoiler----
Bir şeyi ilk kez yapmakla, ikinci kez yapmak arasında fark vardır
----spoiler----



The Curious Case Of Benjamin Button


Son dönemde beyaz perde üzerine düşen en güzel ışık demeti. Kulağa gelen en yumuşak sözler. Teni titreten en hasas dokunuşlar...

David Fincher'ın ellerinden çıkan bir başyapıt adayı. 5 yaşında bir yaşlı çocuk, 5 yaşında bir kız... 

efsaneleşebilecek derecede güzel bir yapıt. söyleyecek kelime bulamıyorum şu an, ancak anlatılacak o kadar çok şey var ki filme dair. hayata dair belkide. içe işleyeceği kesin. ve bir kereden fazla izlenmesi gerektiğini de düşünüyorum kesinlikle. 

ayrıca brad pitt'in bir röportajında, "bu rol hayatımı değiştirdi neredeyse, hayata dair bakış açıma yeni şeyler kattı ve artık nelere daha çok zaman ayırıp, neleri önemsemem gerektiğini daha iyi biliyorum" demişti. doğru demiş. o oynayarak, biz izleyerek...

hayatınıza bir şeyler katıyor bu film. herkes kendine göre bir parça yakalayabilir ve ekleyebilir yaşantısına. bu küçük düğmeler ile ilikleyebilir hayatının bazı kısımlarını.

hayat karşımıza ne çıkarır, bilemeyiz. Herşey olabilir... 

----spoiler----
bazı insanlar nehir kıyısında oturmak için doğar,
bazılarını yıldırım çarpar,
bazılarının müzik kulağı vardır,
bazıları sanatçıdır,
bazıları yüzer,
bazıları düğmelerden anlar,
bazıları shakespeare'i bilir,
bazıları annedir,
ve bazı insanlar dans eder.
----spoiler----

3 Şubat 2009 Salı

Sebep?

Bir insanın hayalleri, onun yaşama verdiği değerle orantılı gibidir. Ve hayalleri onun yaşam sevinci olur.
Hayallerinden oluşan anları tattığı zaman, dünyanın en leziz yemeğini, en güzel manzarısını izlerken, kulağına gelen en güzel müzik tınısı ile, yanında en sevdiği varken yiyormuş gibi olur. Ve o anları sevdiği yaratabiliyorsa, sevdiği ona hayallerini sunabiliyorsa narince, sevmek için milyonlarca sebebi var oluverir. Ellerini tutmak ya da sarılmak değil sevme sebebi. Olmamalı. Gözlerinin içine saatlerce bakabilmek ve içerde kendini görebilmek, kendini hayallerine sarılırken görebilmek. İki taraf da birbirinin hayallerini birbirlerine sunabiliyorlarsa, asla kelimele ihtiyaç duymadan, sadece gözlerinin içindeki o paha biçilemez parıltıdır sevmelerinin sebebi. Delicesi aşk da işte bununla bağlanıyor insanın kalbine. Hayallerini o'nunla yaşamanın düşü. Hayallerin kırılganlığını, hayalleri koruyup, en güzel şekilde sunabilecek olanı sevmek. Sevmenin sebebi yoktur denir geçiştirmek için ama var. Hayallerimiz var ve hayalleri tek başına yaşamanın anlamı yok...
Seviyorum; çünkü hayallerimi yaşıyorum.
Seviyorum; çünkü hayallerimi paylaşıyorum.
Seviyorum; çünkü hayalim ile birlikteyim...