19 Mayıs 2009 Salı

Ellerini Tuttum

Uyku olmaz böyle anlarda, gelmez, gelse de beden "pes" diyene kadar alamaz kontrolü eline.
Soğuk olur böyle geceler, yorganın altı bile ısıtmaz, ancak sızınca birşeyler meydana gelir ama ne önemi var.
Hüzünlüdür böyle anlar, ertesi sabah belki geçer ama ya sabaha kadar sürecek olan saatler?
Yalnızdır böyle dakikalar, nerde olursa olsun, ne şekilde olursa olsun. Yanında olmak gerekir ki zıttı olsun.
Korku doludur böyle zamanlar, korkunan başa gelmesinden bile korkulur, korktukça korku körüklenir. Bir garip döngüye girilir. Çaresizlik hissetirir. Çocukmuşsunuz gibi. Muhtaç...
Sıkıcıdır işte böylesine yazılar. Yazanda bir sıkkınlık, okuyanda da bir sıkkınlık olur. Geçer... Okuyanda beş dakika, yazanda bir kaç saatlik etkileşimi olur. 

Seven, özür de dilemesini bilmeli hata yaptığında. Zaten istemeden olur ya bu hatalar, istemeden oldu demeye lüzum aslında yoktur da. İsteyerek yapan zaten sevmez. neyse; ama işte bu "istemeden"ler artınca da fena oluyor. Bence fena, fenalarda... 
Üzgün olunuyor işte, düşüncesizliğin bedeli ağır hissediliyor. 

ha birde belki gerekli, belki gereksiz bir bilgi: ağlamak gözleri güzelleştirirmiş. 

17 Mayıs 2009 Pazar

HYZ 102 - (Hayatta Yaza Giriş)

Kocaman harfler ile "BİTSE DE GİTSEK" yazsam bile yeterli gibi hissettim birden. Böyle bir darlanma, bir sıcaklama, bir sıkışma... 

rahmetli babaannem aklıma geldi birden, kardeşime "pırt yap geçer" demişti bir zamanlar, ama geçmiyor bu sıkışma tabi, farklı ne de olsa.
Ama geçecek. Geçirteceğim...

Hayat; eğlencesi, sevgisi, zorluğu, burnumuzu yere milyon kez sürtmesi, küçücük bir öpücük ile bile mutlu edebilmesi ile güzel nasıl olsa. Enerjim var, soluğum var, sedam var... 

Valla doğru dedin şimdi bak. Bu çocuk niye karaladı dediğini duydum önce, sonra da "doğru ya, finaller yaklaştı" dedin dudaklarından okudum. Aynen öyle be hacı... İşte o yüzden böyle sohbet ediyorum kendi kendime görünüp sizinle. 
Kamp dönemi başlar. 5 hazirana kadar yokum... Kendime durum belirleyip, kendimi "dışarda" yaptıktan sonra, "ders çalışıyor, ellemeyin!!!" yazısını ekleyeceğim. 

Ha bir de salı tatil bu arada. (19.05.2009) ANGELS and DEAMONS bizi bekliyor o gün. 

Haydi gelin içelim beaa... Ama içkiler sizden.

16 Mayıs 2009 Cumartesi

Şiir-Hatları Vapuru

Hani giderdik ya kavağa,
Güneşin altında yana yana,
Yemiştik hani midye tava,
Vapur beklerken ayakta...


İşte böyle birşey anadolu kavağında kalabalık bir insan ordusunun arasına karışıp gezinmek... 
Beyin mi sulanıyor ne?

14 Mayıs 2009 Perşembe

Bıdı bıdı etme ne olur, yaz senin de olur...

Ne bu sohbet havası? 
Nerden esti birden bu rüzgarlar, bu bulutlar nerden geldi ki şimdi?
Kim dedi açsın bu güneş diye?
Neden yağmur çiseliyor ki kafamın üzerinde?

Herkes bir dertte, herkesin derdi kendine. Ama herkesin derdi herkes ile. Herkesin derdi çevresindekilerin üzerinde. 

"İnsansız hayat" yapılsın kardeşim! -bu sözü değiştirerek çaldım ama ha "o" söylemiş ha ben, iç rahatlığı ile çalmak da pek zevkli be-

Karışık yav burası, dağılmış gene içerisi. Kim dağıttı ki anlamadım. Onu geç, kimin dağıttığının bir önemi yok tabi ama neden dağıldı ki burası gece gece? ben mi yeni gördüm? uykusuzluk mu vurdu? yorgunluk mu bastı? Kimsin oğlum sen?

peeeh geldiler gene sağlı sollu ortalar ile altı pasa kadar indiler... vururlarsa gol olur ama aut...

Cumartesi gelir, hoş gelir, ley limi ley... 
Kavağa giden vapur gelir hey gidi hey

Farkındasınız değilmi, iki satırda bir konu değişikliği olması durumunun verdiği garipsenmesi gereken doğal karmaşanın yarattığı etkileşime gelen tepkileşimi... 
Çok pis saçmalarım yani. Hayvan gibi hemde...
Yav satır atlmaktan sıkıldım ama entıra basmaktan usanmadım. Biri bana konu bulsun diyeceğim ama sana ne leeynn dicem sonra olmayacak.
Siz en iyisi okumayın bu yazıyı derim ben. ne bir edebi yanı var, ne bir katkısı, ne de anlattığı herhangi birşeyi... Bildiğin salak salak karalamak diyoruz biz buna bizim köyde. Sizin köy nerde?
tamam lan tamam kestim yazmayı!

Hepiniz "çüksüz maymun" olun emi...

7 Mayıs 2009 Perşembe

Kendine Has Bir Çekiciliği Var...

"kendine has bir çekiciliği olan hatun" ve "genel geçer güzel" olarak ikiye bölmek ve üzerinde bölücülük yapasım geldi gece gece kadınlar üzerine. zaten ne zamandır yazı da yazmadım. geleni dökeyim he dostlar? 

ilk olarak şuna bakalım:
genel geçer güzel kadın nedir? 
bu kadın varya bu, her erkeğin "of lan taş gibi hatun" dediği -her erkek olmasın ya da çoğu diyelim biz ona- böyle "angeline jolie", "adriana lima" tadında hatunlardır. her erkek hayal etse de bundan bir adet, hayalde bırakır. bulması imkansız sayılır zira. 

"kendine has bir çekiciliği olan hatun" ise çok daha farklıdır. bence çok daha güzeldir de çoğu konuda bu tip. öncelikle herkes beğenmez. herkes beğenmediği için kıskançlık konusunda bir nebze rahat olunabilir. bu hatunda bir hava vardır, bazı erkekleri çeker. mesela sizi... ama en yakın arkadaşınız "ya oğlum yapma ya, ayşe daha güzel be, baksana lan götü kocaman" diyebilir. ama siz, "oğlum öle deme be, kendine has bir çekiciliği var, tamam adriana lima değil ama güzel be" denir... yani tam sevgili olunasıdır bu hatun. herkes beğenmediği için kıskançlık durumları bir nebze düşük tutulur. siz beğenmişsinizdir ve seversiniz rahatça. 

halbuki adriana ile olsanız, onu sevebilecek misiniz gönülden ey erkek cinsi? zor be koşum. severim lan deme. nesini seveceğini herkes biliyor. ona aşk denmiyor şehvet var hani bildin mi? 

neyse, bu kendine has çekicliği olan hatun'ların çoğunda da en önemli detay, size göre sıcak olmalırıdır ayrıca. davranışları falan çok tatlı görünür göze genellikle. bir düşünün yav, hepinizin hayatında bu tip bir bayan vardır, olmuştur... olur. 

ben derim ki bu tip'e siz dikkat kesilin de elinizden kaçırmayın fırsat olursa. yoksa adriana gelmez kolay kolay. ha öylesi gelirse ne ala diyelim isteyene. Ben almayayım, alana da mani olmayayım. 

uzun lafın kısası, her yerde, herkese göre "taş gibi hatun" yerine, her yerde ama size göre "taş gibisi" daha iyidir. 
bence öyle yani. 

değil mi?

3 Mayıs 2009 Pazar

Mavi Kız

...kaptan denize o kadar bağlıydı ki, bir balığa benziyordu artık kişiliği. Yüzde sekseni denizde geçen bir ömrün de zaten farklı bir halde olmasını kimse beklemiyordu.
Karaya ya iş için ya da gemisine malzeme almak için inerdi. Rahat edemezdi sudan uzaklaşınca. Evinden, memleketinden uzak kalırdı o anlarda. İçinde hep bir rahatsızlık gezinir dururdu.
Bu gün de öyle bir gün idi kaptan için. İstanbula, haliç girişe demirlemişti gemisini. Karaköy açıklarında idi... Aylar süren akdeniz macerasının arıdından gelmişti aslen doğduğu topraklara. Anadolu toprakları üzerinde doğmuş, fetih ile artık İstanbulun her yanı Osmanlı olunca daha rahat bir halde gidip geliyordu buraya. Gemisine, mavi kız'ına gerekli bakımı yaptırıp, malzemeleri alıp tekrar yola koyulmak istiyordu. Bir iş bulmamıştı şimdilik ama elbet birileri çıkardı makul bir altın karşılığında işini yaptıracak...
.....
Kaptan gemisine dönmek için yola koyulmuşken, yanından geçen at arabası hemen arkasında durdu. İçinden şık giyimli bir adam inmişti o an. Ve işte sonucunun ne olacağı belli olmayan, denizler üzerindeki riskleri ile tatlı bir iş daha yaklaşıyordu....
....
Kaptan ertesi sabah güneşin kamarasına dalgalı girişi ile yavaş yavaş uyanmaya başlamıştı. Martı sesleri eliyordu bol bol, yer yer çanlar çalıyordu kiliselerde ve bazı gemilerde. Liman her sabah ayrı bir telaş içinde olurdu. Sabah ezanından sonra limandan ayrılan gemiler ile yeni gelenler... Apayrı bir huzur idi İstanbulda uyanmak. Kız kulesinin bir penceresinden yansıyan güneş ışınlarının göz kamaştırması gözü yormaz, bir enerji katardı...



(bu yazı, mavi kız adlı kitap denememden kısa bir parça)