...kaptan denize o kadar bağlıydı ki, bir balığa benziyordu artık kişiliği. Yüzde sekseni denizde geçen bir ömrün de zaten farklı bir halde olmasını kimse beklemiyordu.
Karaya ya iş için ya da gemisine malzeme almak için inerdi. Rahat edemezdi sudan uzaklaşınca. Evinden, memleketinden uzak kalırdı o anlarda. İçinde hep bir rahatsızlık gezinir dururdu.
Bu gün de öyle bir gün idi kaptan için. İstanbula, haliç girişe demirlemişti gemisini. Karaköy açıklarında idi... Aylar süren akdeniz macerasının arıdından gelmişti aslen doğduğu topraklara. Anadolu toprakları üzerinde doğmuş, fetih ile artık İstanbulun her yanı Osmanlı olunca daha rahat bir halde gidip geliyordu buraya. Gemisine, mavi kız'ına gerekli bakımı yaptırıp, malzemeleri alıp tekrar yola koyulmak istiyordu. Bir iş bulmamıştı şimdilik ama elbet birileri çıkardı makul bir altın karşılığında işini yaptıracak...
.....
Kaptan gemisine dönmek için yola koyulmuşken, yanından geçen at arabası hemen arkasında durdu. İçinden şık giyimli bir adam inmişti o an. Ve işte sonucunun ne olacağı belli olmayan, denizler üzerindeki riskleri ile tatlı bir iş daha yaklaşıyordu....
....
Kaptan ertesi sabah güneşin kamarasına dalgalı girişi ile yavaş yavaş uyanmaya başlamıştı. Martı sesleri eliyordu bol bol, yer yer çanlar çalıyordu kiliselerde ve bazı gemilerde. Liman her sabah ayrı bir telaş içinde olurdu. Sabah ezanından sonra limandan ayrılan gemiler ile yeni gelenler... Apayrı bir huzur idi İstanbulda uyanmak. Kız kulesinin bir penceresinden yansıyan güneş ışınlarının göz kamaştırması gözü yormaz, bir enerji katardı...
(bu yazı, mavi kız adlı kitap denememden kısa bir parça)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder