15 Kasım 2008 Cumartesi

Güneye Giderken

Güneş doğuyordu. Soldaki uzak dağların ardında küçük bir parıltı halinde. gecenin soğukluğu hala üzerindeydi günün en soğuk bu saatlerinde. Üşümüşlük vardı üzerinde ve tüyleri diken dikendi. Ürpermişti. Çapaklı gözlerini hafifçe aralayıp kayıp giden bulutlara ve doğmaya çalışan, dağlara tutunarak ayağa kalkan güneşe bakmaya çalışıyordu. Yeni açılmış florasan gibi en başta parlak olmayan güneşe. Kafasının cama dayalı olmasından dolayı her nefes alışında küçük bir buğulanma oluşuyordu camda ve her seferinde üzerindeki giysinin, en sevdiği siyah renkteki uzun kollu kıyafetinin sağ kolunu iyice çekip, uzatıp siliyordu buğuyu camdan. Yanından arabalar akıp geçiyordu. Farları ile güneşten daha parlak bir şekilde. Yeni açılan uykulu gözleri kamaştırıp yorarak. Dışarı bakmaya devam ediyordu ve düşüncelerinden arınıyordu. Yeni güne boş bir beyinle, akşama kadar doldurup mahvedebileceği bir beyinle başlamak istiyordu. Derin nefes alışverişleri oluyordu sık sık. Arada bir otobüsün girdiği çukurlarda hopluyor ve kafasını hafifçe cama vurup şoföre sövüyordu. Soldan doğan güneş ile birlikte içine umutlarıda doğuyordu tekrardan. Her gece kaybettiği he sabah bulup sevindiği umutları. Yanındaki yolcuyu rahatsız etmeden hafif bir gerilme ile son bir derin nefes alıp dışarıya baktı tekrar. Gittiği yerde onu bekleyeninde uyanık olup, doğan güneşi seyredip gözünün yollarda olduğunu bilerek, sessizce ama çığlık çığlığa haykırdı uzaktaki dağlara; seni seviyorum...

Hiç yorum yok: